Cumartesi, Aralık 24, 2005

Noel Arifesi(!)

Hayatımın ilk Noel'ini görmeme şurada 1 gün kaldı. Gerçekten çok merak ediyorum nasıl bir şey olduğunu. Bizim bayramlar gibi midir acaba? Sanmıyorum pek. Gerçi pek de gözlemleme fırsatım olmayacak gibi.

Ama yine de merak ediyorum işte. Daha önce kimse Noel'imi kutlamamıştı, ben de kimseninkini kutlamamıştım. Türkçe'si nedir ki zaten bunun. ("Noel'iniz mübarek olsun!" değildir herhalde :) ) Bakalım nasıl olacak. Merak işte.

Bir de "Geçmiş Noel'iniz kutlu olsun" olayı var mı acaba. Bizim bayramlarda oluyor ama acaba...

Eğer ilginç bir şeyler görürsem burada yazmayı planlıyorum. Eğer yazmazsam bilin ki "Noel gelmiş neyime"...

Hoşçakalın, sağlıcakla kalın.

Unutamıyorum

Unutmak istiyorum. Eski güzel günleri ve herşeyi.

Hatırlamak sadece acı veriyor. Yeni başlangıçlar zamanı artık.

Sık sık aklıma gelenleri konuşamıyorum, konuşmak yoruyor.
Bir şeyler oluyor, ne konuşabiliyorum ne de konuşmak istiyorum.

Unutmak istiyorum. Unuttuğumu bile unutmak istiyorum.
Hiç olmamış, yaşanmamış olsun istiyorum.
Neyi istediğimi bile unutmam gerek.

Nasıl unutulduğunu bilmiyorum ahh bir öğrensem. Sonra sadece unutmak yeter.

Birileri bana bir şeyler soruyor.
Bir kaç silüet var zihnimde - pus içinde -, görüyorum.
Onların da dumanların içinde kaybolması tek isteğim.
Tüm soru(n)ları da yanlarında götürseler keşke.

Artık sorular değil, cevaplar istiyorum..
Şurdan başlayabiliriz mesela:
Neyin bedelini ödüyorum?

PS: Yorum lütfen. Şimdiden teşekkürler. :)

Çarşamba, Aralık 21, 2005

İrem - Hayal Et Sevgilim ve Şarkının Hayaleti :)

Bu başlığın altına ne yazsam durumu kurtarmaz sanırım. Ama durum özetle şu, vakti zamanında şöyle bir yazı yazmıştım Ne Dinliyorum ? : "Hayalet Sevgilim" . Bir kaç gün önce değişik bir şeyler oldu (temel olarak Google'ın bot'u bu sayfalara uğradı), ve resmen site patladı.

Ben neredeyse iki yıldır bu site belli başlı anahtar kelimelere cevap versin diye uğraşayım ve zor bela bir noktaya getireyim bu siteyi (Daha tam başarılı olduğum da söylenemez.) Ama enteresan bir şekilde -ben hiç bir şey yapmadan - Google'da "hayalet sevgilim" aramasını gerçekleştirince bu site ilk sayfalarda çıksın. Anlamak mümkün değil.

Bunun ikinci "zevk" vakası olduğu da söylenemez. (İlgili yazı için bkz. Zevk Üzerine - 2 ) Ayda ortalama 10-20 arası zevk ve benzeri kelimeler ile bu siteye gelen varken, Sadece 3 gün içinde 100 den fazla kişi "İrem", "Hayal Et Sevgilim", "Hayalet Sevgilim" vs. aramalarla bu siteye geldi.

Ben de şarkının efsanelerine uygun bir şekilde kendimce bir hikaye yazıyorum. Bu hayalet konumuna geçen kişi bir şekilde yeniden dünyaya Google'ın spider bot'u olarak gelmiş. Web'de takılırken benim siteyi çok beğenmiş, ve sonrası malum...(Saçmalamaktan resmen zevk almaya başladım, sonum hayır olur umarım :))

Bu durumdan 3 ders çıkarıyorum.
  1. İrem hakkında bir yazı yazdım, sitenin Google görünümü alakasız bir yöne kaydı, şimdi aynı konuda ikinci yazıyı yazıyorum. Demek ki ders almamışım.
  2. "Ne Dinliyorum?" adı altında arasıra yazılar yayınlayıp, aralara istediğim kelimeleri sıkıştırırsam belki onları aratmak suretiyle de bu siteyi bulmak kolay olur.
  3. Google aramalarımızda alakasız sayfaları ilk başlarda sıralamak üzere optimize edilmiş olabilir.
  4. (Bonus! ders) Bu siteye aramak suretiyle gelenlerin aslında hiç biri bu site ile ilgili değil. Ama yine de buraya birilerinin gelmesi beni mutlu ediyor. Ders olmadı ama neyse...

Pazartesi, Aralık 19, 2005

Neşe, keder hepsi geçer...

Ya zamanın olmaz, yada paran.
Fırsatın olduğunda, enerjin olmaz.
Gençken fırsatın olmaz.
Evin olduğunda işin bitmez, işin bittiğinde evin olmaz.
Mutluysan tatminkarsındır. Tatminkarsan başarılı olamazsın.
Başarılıysan mutlu değilsindir.
Safsan, insanları tanıyamazsın. İnsanları tanırsan saf kalamazsın.
Basit yaşarsan karmaşayı özlersin.
Karmaşanın göbeğindeysen basitliği ararsın.
...


Hayat değil sanki trade-off curve'u. Bir şeyi tutayım derken öbürünü bırakmak zorunda kalıyorsun. En iyisi her şeye bir ne-kadar-istiyorum katsayısı atayıp, ondan sonra mümkünse global (hadi olmadı local) bir least-squares sonuç için sistemi çözmek. Ya da biri çözse de hepimizin eline bir formül tutuştursa.

Son söylediklerimin ne kadar anlamsız olduğunun ben de farkındayım. Hayat matematiksel bir sistem değil, biz de input değiliz. Ama, kesin olan bir şey var, o da aynı anda her şeyi kendimiz için optimum en iyi noktaya getirmemizin imkansızlığı.

Hayatı parça parça ele alıp, önce bunu yapayım sonra şunu yapayım demek anlamsız. Her şeyi aynı anda yaşıyoruz sonuçta. İsteklerimizi birbirinden bağımsız ve ayrı olarak düşünmek imkansız. Her şeyi bir şekilde aynı anda yaşamalıyız. Bunun yolu da... Bunun yolunu ben de bilmiyorum ki yazayım. Ama herkes için tek bir yol olmayacağı da açık (different initial conditions :) ) .

O halde kendim dahil herkese bu yolda kolay gelsin demekten başka bir şey geliyor elimden...

Kolay gelsin!

İlgili : Bu şiir (ve devamındaki yazı ilginizi çekebilir) "Basit Yaşamak" (Düş Hekimi - Yalçın Ergir). Aslında ilginizi çekmeyedebilir (i.e. ben saçma buldum) ama ilgilidir ne de olsa deyip, içeriği zenginleştirmek adına buraya bir bağlantı koydum. Kafanıza göre takılın artık :). (NOT:Bağlantı içeriğini 19 Aralık 2005 tarihinde kontrol ettim. Bu site veya içeriği ile hiç bir ilişkim yoktur.)

PS: Bu yazının -tekrar okumaya gerek bile duymadan- -başlığından son notuna kadar- ne kadar kötü bir yazı olduğunun farkındayım. Onun için anlamaya çalışmak beyhude çaba olabilir. Bu seferlik kusura bakmayın lütfen.

Cuma, Aralık 16, 2005

For Non-Turkish Readers of This Blog

Dear Reader,

Although more than 80% of the visitors of this blog are from outside of Turkey, these pages are in Turkish. Why? Because, I am writing these blog for expressing my emotions, feelings etc. Since my native language is Turkish, best I can do this expression thing in Turkish.

Interesting thing is that, the reason I am writing here is forcing me to write in Turkish. This blog has more non-Turkish readers than Turkish readers. (This is a cause). And this new cause is becoming a (strong) reason for me to write in English, to keep my readers (you! :) ).

Another reason for me to keep writing is, keeping in touch with my friends. (Good guess! Most of my friends are from Turkey...) There is also a little change in my friends spectrum, in the last 3-4 months. Now, I have some international friends. So, this is another (not-that-strong) reason for me to write in English.

Maybe I will also write some posts in other languages. German, Spanish, Latin... just kidding :)

I am really not sure, but maybe in the near future I will increase the content in English in these pages. So keep checking these pages for updates.

Hope to see you soon. :)

Son Final de Bitti

"Son Finalimi" de bitirdim. Artık bu quarter bitti sayılır. Ben de ise hiç "ooo herşey bitti artık havası yok". Death Star'ı yok etmiş, ama daha yapılacaklar listesinde sonsuz elemanları olan Rebel'ler gibiyim... Bu benzetmeyi de yaptıktan sonra artık mutlu mutlu yazıma devam edebilirim.

Az önce finalleri bitirmenin şerefine "Rocky - I" final sahnesini izledim. :) İçimden "Adriaaan" diye bağırmak geliyor. Çok hızlı bir şekilde rehavetden çıkıp çalışma ortamıma ("doğal ortamım" :) ) dönmem lazım. Finaller bitmiş olabilir ama Sınavların Sınavı beni bekliyor...[Burada, lütfen içinizden Terminatör müziği yapın. i.e. du duf! duf. du duf!]

Bekliyorum...

Beklemekten sıkıldım. Sıkılmaktan usandım. Usanmak beni yıprattı. Yıpranmaktan yoruldum. Dinlenmeyi bekledim ama, ... Beklemekten sıkıldım.

Başlamasını beklerim, bittiğini görebilmek için. Bittiğini beklerim, başlamasını görebilmek için.

Beklemek bir kısır döngü. Bekledikçe yoruluyorum, bitmek bilmez bir şey bu. En iyisi beklemeyi, geçmişi ve geleceği bir kenera atmak. Şu andan daha gerçek ne olabilir ki? Onu da bekleyerek rezil etmemek en iyisi.

Ne Beklerim? Ben Beklerim. E-mail beklerim, bir yanıt beklerim. Gündüzü ve geceyi ayrı ayrı beklerim. Sonra birini beklerim. Kimi beklediğimi bilmem ama yine de beklerim. Güzel günleri beklerim, o da olmadı bir mucize beklerim. Velhasıl ben beklerim. Böyle giderse, ben şu anı yaşamayı öğrenene kadar daha çok beklerim.

Salı, Aralık 13, 2005

Sınav Yapmak İçin "Ehliyet" Gereksin

Ön not: Bu yazı henüz tasarım aşamasındadır, ve belki de bu basamaktan öteye hiç bir zaman geçemeyecektir. Tek taraflı bir yaklaşımı da fazlasıyla içermesi muhtemeldir. Biraz görüşlere kapalı ve önyargılı okumanız tavsiye olunur :) .

Farkındayım biraz, fantastik bir proje oldu ama aynen böyle düşünüyorum. Herkes sınav yapabilecek yeterlilikte olmayabilir. Eğitim sistemindeki insanlarından bunun farkına varıp isteyen hocaları (okuluna göre öğretmenleri) değerlendirip bir sınav ehliyeti vermesi gerekir.

Sınav yapan insanların yapmaması gerekenler - bana göre - şunlar
  1. Sınav öğrencinin, ders içeriğini ne kadar iyi anlamış/öğrenmiş olduğu hariç bir şeyi ölçmemeli. Örnek olarak
    • Sınav öğrencinin fiziksel dayanıklılık, zeka seviyesi gibi ders/konu ile direk ilgisi olmayan özelliklerini ölçmemeli.
    • Sınav, sınav süresi özellikle kısa tutularak, öğrencilerin zaman baskısı altında hata yapmasını amaçlamamalı.
    • Sınav süresi uzun olduğunda ise, zorluk seviyesi daha önce görülmemiş seviyelere getirilip, "Zamanda verdik, yine bir şey yapamıyorsunun :))))" tadında bir sınav yapılmamalı.

  2. Sınav, sadece hoca, kısa soru yazmayı istemediği/bilmediği için take-home olmamalı. Dersin konu kapsamı nedeniyle, take-home olması gereken sınavlar ise 1 geceye sıkışmamalı, sınav içeriğine göre en az 2 gün olmalı.
  3. Take home sınavların, öğrenciyi dürüstlük/etik ve arkadaşları arasında sıkıştırdığı bir gerçek. Hem take-home sınav yapıp hem de etkileşimleri azaltmak amacı ile öğrencilere eziyet edecek tipte sınavdan kaçınılmalı.
  4. Her şey açık sınav olmamalı. Zaten bu tip sınavlar süre itibari ile, her şey açık ama bakacak kadar vakit yok tarzı düzenleniyor genelde. Bazı durumlarda sınav gerçek anlamda çok fazla formül vs. şeyin ezbere bilinmesini gerektiriyor olabilir. Bu durumda cheat paper serbest olmalı. Ancak bu öğrencinin alehine/ zaman kaybettirici olarak tasarlanmamalı. Benim önerim:
    Hoca, sınavdan önce "yeterince kapsamlı" bir cheat paper hazırlayıp öğrencilere dağıtsın. Ayrıca isteyen öğrenciler kendi yazdıkları cheat paperlarını da ek olarak getirebilsinler.
  5. Sınav, öğrencinin daha önce benzeri görmediğini bir soru içerebilir, ancak daha önce benzerini görmediği bir kavram içermemelidir.
  6. Sınav adil olmalıdır. Bu pek çok şeyi içerir. Bir kısmı şunlar olabilir:
    • Sınav esnasında sınavın süresini uzatmak, yada sınav değerlendirilirken, soruları ilan edilenden puanlamadan farklı puanlamak, sınavın adilliğine aykırıdır.
    • Sınavdaki her sorunun (ve her şıkkının) puanı tam olarak yazılmalıdır.
    • Sınav içerik olarak tek bir küçük konu üzerine kurulmuş olmamalıdır. Olabildiğince dersin tüm konularını ağırlıkları oranınca kapsamalıdır.

Be liste geliştirilebilir/genişletilebilir. Ama önemli olan bu listenin özünde yatan fikirdir. Hemen sadede gelmek istiyorum. Bence, sadece bu öze uygun davranan hocalar sınav yapmaya yetkili olmalıdır. Aksi durumda öğrenciler arasında haksız rekabet oluşturup, öğrenciler üzerinden çeşitli baskılar oluşturup gereksiz yere öğrencilerin yıpratılması söz konusudur.

Hoşçakalın. Sağlıcakla kalın :)

PS: Bu yazı uzun yıllar süren öğrencilik hayatımda boyunca parça parça düşündüğüm şeylerden oluşmaktadır. Ancak bu kadar dağınık bir düşünce topluluğunu kısa zamanda tek bir yazı haline getirmenin zor olduğu da bir gerçek. Onun için eksik/yanlış bilgiler/fikirler içerebilir. Ama her zaman değişmeye (ve yazımı değiştirmeye) açık olduğumu belirtmeliyim. Mealen : Doğru sınav nasıl olmalıdır, aslında daha uzun ve kapsamlı bir konu ancak benim toparlayabildiklerimi bu kadar.

PS2: Direk alakalı olmamakla birlikte, şu bağlantıya gözatmayı da düşünebilirsiniz:

http://www.ee.bilkent.edu.tr/~haldun/young/teachmanifesto.ps
( PS dosyalarini acamiyorsaniz ayni dosyanın metin olarak Google cache'ini okumayi deneyebilirsiniz.)

Perşembe, Aralık 08, 2005

Inbox (3 New Finals) :(

Başlığın yeterince açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Süper Kaos Haftası'nın artık kıyısındayım. Ne anlatmaya çalıştığımı bilen bilir, bilmeyenlere - üzgünüm ama - anlatabilecek kadar yetenekli bir dil ustası olmadığım ise kesin sayılır.

Üstelik dağılımları da hiç de lehime sayılmaz. 24 Hour Take Home Final Exam ile başlayan dönemden başka ne beklenebilirki.

Yani, üzgünüm ama bu aralar pek bir şey yazabileceğimi maalesef zannetmiyorum. Tabi arada iyice psikopata bağlamazsam.

İşin daha da kötüsü, normalde finali biten insanlar için tatil başlar. En azından bu seferlik bu benim için geçerli bir durum değil. Zavallı ben...

Ben yokken çok sıkılacağınızdan olduğum için size oyalanabileceğiniz bir kaç adres bırakıyorum, buyrun takılın.

UYARI: Bu linkerin içeriği ilginizi çekebilir yada çekmeyebilir. Baştan uyarayım, sonradan beni suçlamayın. Bağlantıların içeriğini 7/12/2005 tarihi itibari ile kontrol ettim, içerikleri genel anlamda herkese uygun. Bağlantıların içeriğinden benim sorumlu olmadığımı ve bu siteler ile hiç bir ilişki içerisinde olmadığımı hatırlatmak isterim. Bu kadar uyarıdan sonra da "İyi gezintiler" dilerim. Sonunda...

Hoşçakalın, sağlıcakla kalın...


Cuma, Aralık 02, 2005

Makarna Faciası :(

Az önce her kendi başına yemek yapmak isteyen beceriksiz insanın korkulu rüyası olabilecek şeylerden biri başıma geldi.

Makarnanın fazla suyunu süzeyim derken, makarnayı lavaboya boşalttım. Süzmek derken, tencerenin kapağını kapatıp aradan fazla suyu akıtmaktan bahsediyorum. Ne demek istediğimi bilen bilir. (Hayır, makarna süzgecimiz yok...Zaten bir ton bir şeyimiz daha yok...Buraya eğer vermek isteseydim, günün mesajı gelecekti ama o bile yok!)

Neyse ki, bu durumun kısa süreli aç kalmak dışındaki ikincil yan etkilerinden (Kim temizleyecek lavaboyu?) yırttık. Yaşa, varol çöp öğütücü diyorum, başka da bir şey demiyorum.

Şimdi gidip, az önce ( ne kadar önce ? ) koyduğum 2. makarna ile ilgilensem iyi olacak, o da dibine falan tutarsa gerçekten kötü olur. (Hayır, aç kalmam. Çok fesatsın. Daha pek çok paket makarna var evde...[iğrenç gülme efetki buraya])

Sağlıcaklı kalın, yemek yaparken de dikkati elden bırakmayın!

Pazartesi, Kasım 28, 2005

Thanksgiving'in ardından

Bu işten pek de bir şey anlamadığımı itiraf etmeliyim. Bayram oldu dediler ve 9 gün tatil yaptık...

Eğlenceli miydi bari? Hayır, hiç de değil. Etrafta kimse kalmadı, daha da kötüsü evden dışarı çıkmam için sebep de kalmadı. Tatilin büyük çoğunluğunu ben de normal olarak evde geçirdim.

Herhangi bir bayram tatilinde, Türkiye'de olup da yalnız olabilirdim. Ama bu onun gibi bir şey de değildi. En azından benim alışkın olduğum bayramların benim için bir anlamı var. Şükran günü bana bir anlam da ifade etmiyor temelde.

Bir itirafta daha bulunmak istiyorum. Ben bu bayramın gerçekte kaç gün olduğunu da tam anlamış değilim. Sanırım 2 gün... Şimdi bu size saçma gelebilir, ama gerçekten böyle. (Bu durum şuna benziyor, 3 günlük bayram tatilini 9 güne tamamladıklarında yabancı birinin, özellikle de yerel tv ve gazetelerle ilgili olmayan yabancı birinin bayramın tam olarak ne zaman ve kaç gün olduğunun bilmesinin zor olmasına. -- Evet, bu cümleyi ben kurdum. Ben bile okuduğumda anlamıyorum. Zaten kurallı bir cümle olduğuna da emin değilim. Siz de canınızı sıkmayın pek.)

Ayrıca bir şeyi daha keşfettim. Bayram pek bir şey ifade etmese bile - yani her durumda - bayram tatiline ödev verilmesi can sıkıcı bir durum.

Son bir not daha. Her ne kadar ben bayram deyip dursam da bu olan bitene; bu başka bir şey, ben adını bilmiyorum bayram diyorum o ayrı. Zaten bana göre bütün 9 günlük tatiller bayramdır...

Sağlıcakla kalın, hoşçakalın...

Pazar, Kasım 20, 2005

2 Ay ve 1 Gün Sonra

Buraya geleli yaklaşık 2 ay oldu. Gün mü sayıyorum? Hayır. Ama geldiğimden beri - yarın - ilk defa San Francisco'ya gideceğim.

İstanbul'da yaşayıp da hiç denizi görmemiş insanlar gibi hissediyorum kendimi. Böyle olunca hesaplamaya karar verdim. Ne kadar zaman sonra "şehri" görmüş olacağım diye. 2 ay ve 1 gün sonra... (Oldukça ironik bir sonuç)

1 gün için de olsa fantastik düzenimi, bütünüyle geride bırakmak güzel olacak. Tembellik yapmayıp bir de fotoğraf makinesi almış olsam harika olacaktır gerçekten. Ama bu haliyle bile harika olacak, eminim.

Ayrıca buradan bu organizasyonda katkısı bulunan bütün "hayırsever" arkadaşlara teşekkürlerimi iletiyorum.

Bekle beni SF, geliyorum... :)

Hoşçakalın...

Cumartesi, Kasım 19, 2005

Ben 9 gün bayram tatili yaparım arkadaş...

Evet, Türkiye'de olmamanın iyi ve güzel yanları da olabiliyor.

Misal senelerdir beklediğimiz, özlediğimiz 9 günlük tatili burada bulmuş olmam gibi. (Buradan okul yönetemine şükranlarımı iletiyorum. Gerçi bu Şükran Günü'nde mantık tam olarak bu olmasa gerek ama neyse!)

Bu 9 - yazı ile "dokuz" - günlük tatilde ne yapmayı planlamıyorum:
  • Antalya'ya gitmeyi planlamıyorum. Zaten Türkiye'de ki 9 günlük tatillerde de tercihim bu yönde olmazdı.
  • 9 gün yatmayı - maalesef - planlayamıyorum.
Gerçi tatilde ders çalışıyor olacak olmam, (hatta daha da kötüsü EM çalışıyor olacak olmam) büyük ama çok da rahatsız edici olmayan bir problem.

Yalnız buradan şunu da söylemek istiyorum, yoksa içimde kalacak. "Bu kadar uzun tatil olmaz, alın size çifter çifter ödev" diyen bütün hocalarıma teessüf ediyorum.

Sevgi ve saygıyla kalın, hepinize önümüzdeki 9 gün için iyi çalışmalar dilerim - Hınzır Hınzır Gülümsüyorum Smileyi'si Buraya Gelecek - .

Pazartesi, Kasım 14, 2005

Merhaba Web!

Bu sayfanın son güncellenme(açılış) tarihi 13 Haziran 1997

İlk web sitemin en altında bu yazıyormuş...Yazıyormuş diyorum çünkü ne bu site şu anda yayında, ne de ben yerel kopyalarına sahibim.

Internette bir şeyi ararken arasıra başvurduğum sitelerden biri de WaybackMachine.org . Size herhangi bir web sitesinin geçmiş hallerini gösterebiliyor. Bir çeşit web arşivi. Şu anda tahminen 1 petabyte veri içerdiği tahmin ediliyor. (Bu birimin ne olduğunu anlatmak biraz zor ama 2^50 byte diyebilirim. Daha anlaşılır bir örnekle, dünyadaki tüm basılı malzemeler = 2oo petabyte (mış). Daha fazla bilgi için bir zahmet Google It.)

Hoşgeldiniz,

BU SİTE AHMET ALTAY'IN SİTESİDİR.

En üstte bu yazıyı görüyorum. Gözlerim doluyor, ağlamaklı oluyorum...Acaba niye bu kadar iri, kırmızı ve büyük harflerle yazma gereği duymuşum. Web sitelerinde estetik konusunda temelden ciddi sorunlarım olduğuna eminim :)

Bazı web sitelerinin gelişmesini film şeridi gibi takip edebilirsiniz adeta. Ama ben bunlarla ilgilenmiyorum. Ben daha spesifik olarak kendimle ilgileniyorum.

13 Haziran 1997'de "Merhaba Dünya!" dedikten (daha doğrusu "Merhaba ben Ahmet Altay" dedikten ) bu yana 8.5 yıl geçmiş. Internetle toplam tanışıklığım da olsa olsa 9 yıldır. Yaşım kaç peki? Yaklaşık yirmi iki. O halde ömrümün %40'ından daha fazla zaman geçmiş, internet ile tanışalı.

Düşünüyorum da vay be dememek imkansız. Tek bir e-mail adresimin olduğu yıllar, şifrelerin basit olmasında bir sakınca olmayan zamanlar. MS Comic Chat, Net Meeting. IRC, ICQ ise sonradan çıkan yeni şeyler benim için. Nereden nereye geldik? İnanmakta güçlük çekiyorum...

Ayrıca bu süper web sitemle nasıl 2. Internet Mahir olmadığım da ayrı bir mevzu. O günden bu güne ne değişmemiş pek? Galatasaray, izcilik, programlarım ve illa ki yazım hataları. (Özellikle DOS için geri dönüşüm kutusu fikrim gerçekten çok orjinal(!) ve harika.)

Bu yazıyı toparlayabileceğimi sanmıyorum. 9 yılımın önemli bir bölümünü küçücük bir yazıya sığdırmam imkansız. Belki bir gün içimden gelirse biraz daha anlatırım, "paraya kıyıp 33.6 K modem mi alsam yoksa 28.8 K yeter mi" diye düşündüğüm günleri.

Bu sayfalar en iyi Internet Explorer ve 256 renk çözünürlüğünde çalışır


Bu uyarımın da beni dumurdan dumura sürüklediğini itiraf etmeliyim. O zamanlar IE yeni çıkmış ben de onu destekliyormuşum, şimdi de Firefox. Hep geride olan tarafı desktekliyorum ya hayırlısı...256 renk için ise yorum bile yapmıyorum. Ama ne olduğunu anlamayanlar için özetle 8-bit :) (Çok anlaşılır oldu gerçekten!) Ben daha kötülerini de gördüm belki de onun için çok da garipsemiyorum aslında...

Sağlıcakla kalın...

ve son bir uyarı :
Bu sayfa ve diğer alt sayfaların tüm hakları saklıdır

Telif Hakkı (c)Ahmet ALTAY 1997


:), Hoşçakalın.

Pazar, Kasım 13, 2005

Amerikan Traşı'nı Çözdüm

Amerika'da bir berbere "abi Amerikan kes!" desen ne tepki verir? Tepki vermez, çünkü anlamaz. Adam zaten standart olarak öyle kesiyor. Yanlar şerit halinde kısa, orta biraz daha uzun...

Türkiye'de bir berbere gidersen önce seninle biraz muhabbet eder, bir çay ikram eder. Sonra saçını yıkar. Biraz makina, çokça da tarak ve makas kullanarak kesmeye beşlar. İşi bittiğinde de saçı bir daha yıkar, kurular vs... Sonra da adam gibi uğurlar.

Burda işler biraz farklı. Gerçi -benim gittiğim- berber dükkanı bizimkilere benziyor. (Hem erkek hem kadınlara hizmet vermeleri dışında!) Oturuyorsun. Toplam 10 dk ya sürüyor ya sürmüyor. Kullanılan malzemeler: kısa kesmeye yarayan uç, uzun kesmeye yarayan uç ve makina. Olmaz böyle bir şey. Oturan herkesi, adamlar tek kalıp çıkarmayı başarıyorlar.

Ama iyi yanları da var tabi,
  • Geveze berberlerden şikayetçiyseniz
  • Saç kestirmek dediğin 10 dk'da bitsin diyorsanız
  • Saçınız şeklinin böyle acaip olmasını istiyorsanız
size adresi verebilirim, eminim zevk alacaksınızdır.

Tabi, burda her yer böyle demek istemiyorum. Çok daha yüksek ücretlere ($30-$60 !!!) burda da adam gibi berber bulmak mümkün(müş)...Eee, işçilik pahalı burda :(.

Sağlıcakla kalın.

Cumartesi, Kasım 12, 2005

New Blog Buttons Available ( Link This Page!)

If you want to give a link to my homepage or specifically to this blog, you may use the following blog buttons (80 x 15 - png) for this purpose. (Use right click -> Save As, to save them.)



(Please do not hot link them, instead put local copies on your server.)

PS: If you like blog buttons, you can make your own at Brilliant Button Maker.

Cuma, Kasım 11, 2005

Ne Dinliyorum ? : "Hayalet Sevgilim"

Mutlaka haberiniz vardır, ama biraz uzakta olmamın da etkisiyle gündemi geriden takip ediyorum, onun için benim yeni haberim oldu. Maruz görün...

Gecikme ile de olsa İrem Yağcı'yı keşfetmiş durumdayım. Kendisi, kendi iddiasına göre eskaza meşhur olmuş. Hürriyet gazetesi muhabirinin yazdığı gibi bir çeşit Blair Witch Project aslında ama reklam amacı olmayan.

Siz en iyisi aşağıya linkini ekledğim fan sitesine bir göz atın. Şarkı nasıl fenomen(!) olmuş? Bu arkadaş kim? Neden şarkıcı olmak istemiyor? "Hayal Et" mi yoksa "Hayalet" mi? ve daha pek çok sorunun cevabını burada bulabilirsiniz ve hatta şarkının aslına da buradan ulaşabilirsiniz.

Alın dinleyin, bakalım beğenecek misiniz?

Hoşçakalın.

PS : Bu 3. nesil cep telefonlarının kullanımın artması ile toplumun bir çeşit sosyal dönüşüm içine girdiğini düşünmeye başladım. Eskiden daha kısıtlı bir kesimde olan görüntü, ses kayıt ve paylaşım imkanları şimdi herkesin elinde var. Bakalım sonu ne olacak?

PPS : Sanırım 2. şarkısı da piyasaya düşmüş. Bu iş artık reklam kokmaya başladı ama bakalım zaman ne gösterecek...

İlgili:
  • ... Hürriyet Gazetesi - Kelebek Ekindeki röportajı
  • http://iremhayaletsevgilim.tk/ UYARI: Bu sitenin içeriğini 10 Kasım 2005 tarihi ile kontrol ettim. Sitenin içeriği "güvenli" ancak içerik sağlayıcının "güvenli" olduğundan şüpheliyim. Bu siteyi kullanmanızdan dolayı oluşacak risklerden sadece sizin sorumlu olduğunuzu hatırlatmak isterim. Ayrıca benim/ve bu sitenin, ilgili site ile hiçbir bağlantısı yoktur.

Perşembe, Kasım 10, 2005

Sweet November (yada : Kasımda ~Tişört Giymek~ Başkadır! )

  • Ankara'nın Eylül'ü
  • Antalya'nın Şubat'ı

Evet artık bu listeye ekleyebileceğim bir yer - ay ikilisi daha var. (Başlıktan'da anlayabileceğiniz gibi New York - Kasım ... değil. Yanıldınız, üzgünüm.)(*)

Son eklentim : San Francisco - Ekim, Kasım

Burada benim sezon biraz daha uzun. Hava'nın 20-25 derecelerde gezdiği, hafif rüzgar esintisinin olduğu, kuru olmayan ama nemliliğin de insanı boğmadığı bir hava. Tişört giymekten mutlu olabileceğiniz, şort giysem üşür müyüm sorusunu rahatlıkla sorabileceğiniz bir hava.

İnsan hava'dan daha fazla ne isteyebilir ki?
Gün içinde ara ara ama kısa kısa yağan yaz yağmuru kıvamındaki yağmurların güzelliğini de isteyebilir. Ki, burada o da mevcut.

Hoşçakalın, mutlu kalın...


(*) New York - Kasım ikilisini de gerçekten görmek istiyorum. En azından merak ediyorum. Amerikan sinema ve reklam endüstrisinin suçu bu tamamen, benim değil. bkz. Sweet November , Autumn in New York. Ayrıca nedir n'oluyor diyenler için açıklık getireyim. İlgimi çeken filmlerin görüntü güzellikleri, içerikleri değil. :)

Çarşamba, Kasım 09, 2005

"Friend" Networks

80630, yonja, bilkentlife, Hi5 ve daha bilmediğim pek çokları.

Bu liste daha ne kadar uzatılabilir, bilmiyorum ama en sonunda birine üye oldum. Artık n'olacaksa?
Eğer olur da yolunuz düşerse, beklerim facebook'da ki arkadaşlarım listeme.

Ne de olsa, sizleri tek tek tanımasam da, bu blog'u okuyan herkes arkadaşım sayılır. :)

Her türlü sanal ortamlarda buluşmak üzere hoşçakalın, sevgiyle kalın.

sıradan'a cevap

sırandanlık dediğin sadece bir avuntuysa,
o da sadece mutsuz olduğumda;
istemem sıradanlık senin olsun
benimle senin arandaki fark buysa.

görebilirsin beni,
daha dikkatli bakarsan sokağa.
tek farklı kişi sokakta,
büyümüş ama hala çocukca.

sırandanlığa övgü

büyüdükçe, belki de iyice yaşlandığında
anlarsın sıradan biri olduğunu.
sadece herhangi biri, sokakta.
hiç istemesen de,
alışmak lazım gerçek buysa:
sadece sıradan birisin, dünyada.

ve her şey ters gitmeye başladığında
memnun olmakta zorladığında
sığınırsın, sıradan biri olduğuna.
sadece herhangi biri.
sadece herhangi biri,
kadar mutsuzsundur ne de olsa!

Cumartesi, Kasım 05, 2005

Dejavu(msu)

Hiç daha önce yaşadığınız bir anı tekrar yaşıyormuşsunuz gibi hissettiniz mi? Eminim olmuştur. İşte o yaşadığınız dejavu ve kesinlikle bu yazının konusu değil.

Ben size dejavu(msu) dan bahsedeyim. Hiç daha önce bir filmde izlediğiniz bir sahneyi yaşıyormuşsunuz gibi hissettiniz mi? Evet, ben az önce hissettim.

Nasıl oldu, anlatayım. Cuma akşamı, olmayacak bir saatte, 4 kişi ders çalışıyoruz. Kütüphanede değiliz, çevredeki diğer odalarda da değişik insanlar çeşitli boyutlardaki gruplar halinde toplantı yapıyorlar. (ve çoğu bizim toplanma amacımızdan farklı olarak sosyal amaçlarla orada toplanmış vaziyetteler)

Tam bir sorunun üzerine konsantre olmuş ve bütün bunalmışlığı üzerimizde hissederken, yan odadaki insanlar yumuşak bir tonda koro halinde güzel bir şarkı söylemeye başladılar. Sevdiğim tarzda bir müzik bu kesinlikle. Hangi dilde söylediklerini bilmiyorum ama şarkının güzel bir şeyleri anlattığından eminim. Dördümüz, birbirimize bakmaya başlıyoruz ve hissettiğimiz rahatlama anlatılmaz.

Bütün bunlar bana Esaretin Bedeli 'ni hatırlattı. Tam olarak Andy'nin pikaptan çaldığı müziği mikrofonla diğerlerine dinlettiği anı. Bir an için olsun onlar gibi hissettim. Müzik bazen gereğinden daha fazla güzel olabiliyor. Filmi izlemiş olanlar beni daha iyi anlayacaklardır sanırım. (Bu filmi izlememe vesile olmuş olan Volkan ve Murat'a teşekkürlerimi iletiyorum.)

Bu seferlik tadında bırakıyorum ve burda son veriyorum.

Hoşçakalın.

Meraktan Not : Biliyorum fazla merak iyi değildir, ama, "The Shawshank Redemption" 'ın çevirisi "Esaretin Bedeli". Bu nasıl bir çeviridir anlam veren var mı acaba? Yada bir şeyin çevirisi orjinalinden daha anlamlı ve güzel olabilir mi? O zaman çevirmen sanatçı mıdır? bla bla bla ...

Cuma, Kasım 04, 2005

Bayramınız Kutlu Olsun (:

Merhaba -beni şahsen tanıyan tanımayan tüm- arkadaşlar,

Bayramınız Kutlu Olsun.

Bayramda akrabalarınıza gidin, arkadaşlarınızla takılın, uzaklardakilere e-mail vs. atın, mutlu olun.

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın. Yazılarıma yorum yazın, beni de mutlu edin. :)

Hoşçakalın...

Salı, Kasım 01, 2005

Tarihlerin anlamsızlaştığı an

29 Ekim - Cumhuriyet Bayramı
29-30 Ekim - Sınavım var
30 Ekim - Kadir Gecesi
31 Ekim - Halloween
2 Kasım - Arife
2 Kasım - Sınavım var
3 Kasım - Bayramın ilk günü
3 Kasım - Bana göre yorucu bir Perşembe
3 Kasım - Ödevim var
4 Kasım - Ödevim var
... Aralarda bir yerde bayramın son günü
8 Kasım - Ödevim var
8 Kasım - Sınavım var

Artık hangi gün hangi özelliğimden dolayı özel gün karıştırmak üzereyim.
Milli mi, dini mi, coğrafi mi?[1]

Bir de şahsi özel günler var onları da unutmamak lazım tabi.

Günler nasıl olursa olsun, sizin gününüz neşeli olsun! :) [2]


Referanslar :
  1. ... (Google'da ara)
  2. ... (Google'da ara)

Pazartesi, Ekim 31, 2005

'24'

24 diye bir dizi vardı. Ondan bahsetmeyeceğim, ama onun gibi bir şey hayatımın son bir kaç saatinden bahsedeceğim.

Öncesi

  • Cts. 11:30 : Geç kalkma çalışmalarım sonuç verdi, yeni uyandım. Bu gece uzun olacak şimdiden belli.
  • Cts 16:00 : (Subway'de) Gece yemek üzere alınan 3 adet sandviç, bu gece gerçekten zor olacak.
  • Cts. 17:10 : 24 Saatlik take-home sınavı aldığım ve bisiklete atlayıp eve doğru yol almaya başladığım aynı an

'24'

  • (Yaklaşık 17.30 civarı) Bilgisayarım açık, ama tüm dünya ile iletişimim kapalı. MSN'dir şudur budur hiçbiri yok
Saat 21:30 gibi bize insani yardımda bulunarak poğaça, börek desteğinde bulunan arkadaşlara da ayrıca teşekkür etmek istiyorum tabi.
  • 23:30'a doğru, bu sınav yetişmez!
Bu arayı özet geçmek gerekirse, sorulara bakıp bekıp "o ne lan?", "yok artık!" tepkiler vermek. İlham geldiği imucizevi anlar. (Örnek veriyorum iyi izleyin :) )
Tamamen kendi kendine bir diyalog yada monolog

-A'nın transpose'unu alsam, altına D'nin column'larının birazını transpose'larını böyle row row eklesek sonra bir de... Evet olm, işte böyle olcak bu soru
-Hakkaten doğru, attın tuttu di mi?
-Yok ya, düşündüm ben gerçekten inan bana.
-Ne inanacam sana ben ya, ben senin aklının içini okurum :)

  • Saat 1 gibi, ya da öyle bir şey. Acıktım ben biraz sandviç takılayım. Hem bir şeyler yersem aklım daha iyi çalışırım. Bu gece içtiğim bu kaçıncı diyet kola acaba?
  • Saat 2'de Windows'tan bana moral destek geldi. Teşekkürler Windows. Sevgili işletim sistemim sırf moralim daha fazla bozulmasın diye saat 2 iken, saati tekrar 1 yaptı. Yaz saati bitti vs. diyebilirsiniz siz ama bence Windows bana kıyak geçti.

Saat 4'e gelirken (eski saatle mi yeni saatle mi hatırlamıyorum, hatırlyabileceğimi de sanmıyorum) günün kritik kararını veriyorum.
Ya şimdi yatar uyurum ve 8 de kalkar devam ederim. Eğer biraz daha yatmazsam güneş doğacak böyle zombi gibi gezicez ortalıkta sonra. Ama ama, vakit yok. O halde aynen devam...
Saat kaç artık hatırlamıyorum. Soruları yazmaya başladım. Arka planda Gönül Yarası film müzikleri çalıyor. MATLAB'da bir gece de kaç satır kod yazabilir, ne kadar acaip iş çevirebilir hatta recursion falan yapabilirim biliyorum.

(... şimdi MT'yi teslime gidiyorum, gelince geldiğim yerden aynen devam edeceğim. Gerçi sizin bu kesintiyi anlamanız mümkün değil ama, haber vereyim dedim. Okuyucumu kandıramam ben! :) )


  • Saat kaç tam olarak bilmiyorum, yeni mi eski mi yada? Burayı "Bir Delinin Hatıra Defteri" ne çevirdiğiminden farkındayım. (Yok deli olan ben değilim, zaten sen anladın ne demek istediğimi değil mi? Aramaya inanmış bir insan olarak sen arar bulursun artık bunun ne olduğunu bilmiyorsan bile.)
  • Şafak sökmeye başladı artık, birazdan güneş doğar. Bu anı daha önce de yaşamıştım, ama bu coğrafyada ilk kez oluyor. Uyumuş uyanmış gibi hissediyorum ama bunun ne kadar sahte olduğunu bilecek kadar deneyimliyim bu konuda.
Saat 8:30 gibi her şey bitiyor artık. Print edilecek şeyleri kendime e-mail atıyorum. Artık biraz uyuyabilirim.

(Eğer 1 saat daha ayakta dursaydım 22 saat olan çalışmak suretiyle uyumama rekorumu egale etmiş olacaktım. Kısmet değilmiş artık. Eskiden daha mı enerjiktim ne?)

  • Saat 10'a doğru uyanıyorum eski saatle. Yaşadığım zaman dilimi o kadar bütün ki , saatleri değiştirip bütünlüğü bozmak istemiyorum. Her şey bitsin öyle geri alıcam.
Evden çıkıyorum, yine bisiklet-lab-bisiklet-ev dörtgeni ama bu sefer elimde print-out'lar var. Herşeyi birleştiriyorum, şunu yapıyorum ve inanamadığım acı son ile karşı karşıyayım.

Herşey bitti. Nasıl yani? Daha 6 saatim var teslim etmeye. Biraz uyusam mı acaba? Şimdi uyursam 12 saat'den önce kalkabileceğim şüpheli. Biraz daha oyalanıyorum, gazete vs. okuyorum, ve ters düşüp uyuyorum

Saar 4 gibi kalktığımda her şey daha güzel. Bu yazıyı yazmaya başlıyorum. Ortasına doğru MT'i teslim etmeye bölüme yollanıyorum.
Bugün 3.defa Bytes Cafe'deyim. Bilin bakalım, hangi bölümün ortasına bu isimde bir yer açılıabilir?
Burdan hakkını vermek lazım, hoca ve asistanlar acıyan gözlerle biz zavallılara yardımcı oluyor, şefkat gösteriyolar. Üstelik tavırlarında hiçbir sahtelik sezemiyorum. Toplamı 27 sayfa olan sınavımı zımba zımbalamamkata direnirken, hoca gelir büyük bir yardımseverlik duygusu ile benim yerime hallediyor. Sonra bize kek vs. ikram ediyor ve gidin biraz uyuyun artık tavsiyeleri ile bizi yolluyor.

Sonrası

Sonrası büyük bir boşluk. Saat henüz 16:30 (evet, saatimi ayarladım artık!), ve önümde hala kocaman bir haftasonu var. Bazen ne kadar iyimser olabiliyorum kendime hayret ediyorum doğrusu.

Gecenin muhasebesini yapıyorum son yaklaşık 30 saatte 3.5 saat kadar uyudum, 2-3 kupa hazır kahve, bir o kadar çay, sınırsız diet kola tükettim. Poğaça, sandviç ve diğer abur cuburun hesabını tutabileceğimi ise hiç sanmıyorum.

Şimdi uyusam ne zaman uyanırım diye düşünüyorum, ve cevabını öğrenmek için sabırsızlanıyorum. Hepinize iyi geceler!

Not:Bu yazıyı tekrar okuyacak kadar enerjiye şu an sahip değilim, bir zahmet hatalarıyla sevin onu. Bir gün o güce sahip olursam eğer, tekrar okur yazım ve dilbilgisi hatalarını düzeltirim, herhalde galiba sanırsam.

Cumartesi, Ekim 29, 2005

Merhaba Haftasonu!

Ne merhaba ama,

Normal şartlarda Cuma öğleden sonra başlaması gereken haftasonum, ödevin birisini deadline'a saatler kala yetiştirebilmem sebebiyle kafadan Cuma akşamına sarkmış oldu.

Cuma akşamı, ilk Halloween (?? cadılar bayramı ?? ) partime gittim, ve ne kadar anlamsız bir şey olduğunu yerinde tespit ettim. Böyle bir bayramın kökeni ne olabilir ki? İnsanlar acaip kıyafetler giyebilecekleri bir bayram niye isterler? Eve döndüğümde Internet'den küçük bir araştırma yapıyorum ve, biraz da olsa anlıyorum durumu; ama o kadar da değil.

Beni bomba gibi bir hafta sonu bekliyor. Tam ortasında 24 saat sürecek bir take home midterm beni bekliyor. Ben de onu bekliyorum haliyle. İkimiz tam silahlı durumdayız, bakalım kimin kayıpları daha çok olacak. Saldıran taraf ben olduğuma göre dikkatli olmakta fayda var tabi.

Hayatımın bir haftasının alınıp periyodize edildiğini düşünmeye başladım. Gerçi bu öğrencilik için genel bir durum. (Bugüne bugün 15 den fazla yıldır öğrenciyiz herhalde, biliyoruz. ) Her hafta düzenli bir şekilde aynı işleri yapıyorum. Arasıra sınav falan olunca eğlence çıkıyor bize de işte :).

Emin değilim ama bu hayatları periyodize edenlerin küçük bir hatası var sanırım. Her öğrencinin hayatı birbirine benziyor, bir çeşit aliasing olabilir. Dikkat!, derim ben.

Hafta içinde aldığım e-mailleri sıraya koydum. Hafta sonunda onları da yanıtlamayı planlıyorum. Umarım böyle yaptığım için bana e-mail göndermeyi kesmezler. Sadece adam gibi yanıt verebilmek için yeterince vakte ihtiyacım var. Zaman yönetiminde bir yerde hata yapıyorum ama nerde? Bir sekreter mi tutsam acaba? (Kendime not: Yok artık!)

Bütün bunlar içinde çok mutlu olduğum bir şey var. Bu insan oğlunda (ben dahil :) ) ne çeşit bir enerji varsa, insan resmen yorulmak bilmiyor. Böyle bir potansiyel sahibi olmak mutluluk verici haliyle.

Her neyse, ben todo listemdeki bir sonraki elemana geçerken, siz de keyfinize bakın. Hoşçakalın.

Zevk Üzerine - 2

Bu başlığın ilk parçası nerde ki diye düşünüyorsanız, boşa kendinizi yormayın çünkü öyle bir şey yok. Ancak konu ile ilgili olarak şuna bakabilirsiniz "Zevk Üzerine" . (Dediğim gibi prerequisite değil ama recommended :) burası da anlayana. )

Ara sıra ahmetaltay.net'e insanların nerelerden geldiğini inceliyorum. Bu siteyi bilip de gelenler zaten büyük olasılıkla tanıdığım 3-5 kişi. Bir de buraya değişik şekillerde gelenler var. Örneğin internette bir şey aratırken bu siteye gelip hayatın sorunlarına burada çare olduğunu düşünenler.

Neyse lafı uzatmadan varmak istediğim noktaya geleyim. Bu siteye bir şekilde arama motorları ile gelen insanların %25 'i "zevk" kelimesini aratmak suretiyle geliyor. Sitenin geneline baktığınızda zevk ile hiç de alakalı olmayan bir site olduğuna şüphe yok. Peki nasıl oluyor da oluyor? Benim aklıma şu olasılıklar geldi :
  • Ya yukarıda bağlantısını verdiğim yazı mucizevi bir şekilde çok önemli bilgileri içeriyor ve başta Google arama motorları bunu anladı, ve bu bilgiyi insanlığın hizmetine sundu.
  • Ya da bazı kelimeler internette çok fazla aratılıyor, bunlardan biri de zevk olsa gerek.
Bu ikinci şık akla daha yatkın geliyor işin açıkcası. Denemek için ben de google da aratıyorum bu kelimeyi. Eee, hani benim yazı ortalıkta yok. Yedi yüz bin küsür sayfa var ortada, kim bilir benim ki nerde. Arama sonuçları arasında ilkişki kurmaya başladıkça insanların neyi aramak istediklerini artık daha rahat tahmin edebiliyorum. Benim siteye kadar düştüklerine göre de azimli insanlar oldukları konusunda şüphe yok.

Sonra bir kaç Google Fight yaptırıyorum ve zevk'e boyun eğiyorum. (Bu siteyi deneyin bir, tavsiye ederim.)

Sevgiyle kalın,

Ek - 1 : Tablo : Diğer en çok benim siteye getiren - ve anlam veremediğim - anahtar kelimeler :
  • "Güzeller galerisi", "moda kıyafetler" (Şamdan vb. dergiler vardı bir dönem, bana onları hatırlatıyor bunlar.)
  • "Polatlı fotoğraf Galerisi", "İncek", "köye" (Memleket hasreti sanırsam, kınamamak lazım.)
  • "bu site yapim asamasindadir demek" (???)
  • "insanlarda adaptasyon" (Biyoloji kitabı değilim, ama yardımcı olmaya çalışayım ben.)
  • üre, evrensel küme, nedir? (Orta okul havası estireceğim bu sitede, Google'da ilk sıralarda listelenecek böylece, olayı anladım ben!)
  • "zevk almak istiyorum" (Bu hizmetimiz henüz mevcut değil :( , maalesef. )
  • "www zevk com" (Bir adres bulmuşsun işte, ordan devam et sen.)
  • "algoritma tic tac with java" (Bu da nokta atışı olmuş. Bir de hangi dilde (Türkçe, English, Esperenza vs. ) sonuç istediğini tam olarak söylese de hizmet kalitemizi arttırsak çok iyi olacak.)
Not - 2: Sitede ziyaretçilerin kalma süresinin ziyaretçilerin %75'i için 30 sn'den az olması sanırım gelenlerin çoğunun aradığını bulamadığını gösteriyor. En kısa zamanda bu açığı kapatmaya çalışacağım. Zevk'e öncelik vereceğimde muhakkak :) .

Cuma, Ekim 21, 2005

(Sosyal) Gündelik Hayat Teorileri(m) - 2

Haftanın son ödevini az önce tamamlamış birine ithafen...

İşte geliyor bir diğer gündelik sosyal tesbitim daha. Bence bir ülkenin refah düzeyi, o ülkenin yurtdışındaki (çok yüksek rafah düzeyinde olan bir ülkedeki) öğrencilerinin çalışma,azim vs. düzeyleri ile ters orantılıdır.

Şimdi nerden vardım ben bu noktaya. Tabii ki gözlemlerden. Eğer insanlar geldikleri yere dönmemek konusunda kararlılarsa, kesinlikle insan üstü performans gösterebiliyorlar. Bunu da bizim gibi insanların anlaması mümkün değil.

Bir şeyi daha eklemek istiyorum. Eğer bu gözlemim doğruysa, çok rahatlıkla söyleyebilirim ki benim ülkem bir insanın yaşamaktan mutluluk duyacağı yerlerden biri. (Bu kesinlikle kendi deneyimlerim değil, gözlemlerimin sonucudur.)

Benden bu kadar, sizin de böyle tesbitleriniz varsa lütfen yollayın onları da araya bir yere sıkıştırayım. (Kaynak gösteririm merak etmeyin, :) )

Hoşçakalın.

Kendime not: Bir gün bir insan evladı bu yazıları okuyacak, bendeki bu gizli yeteneği keşfedecek ve beni sosyoloji kongresine falan çağıracak; ben de oha falan olucam. (Hayal görmeyi de bıraksam iyi olur tabi. )

Perşembe, Ekim 20, 2005

(Sosyal) Gündelik Hayat Teorileri(m)

Arkadaşını tanımak istiyorsan onunla tatile çık yada yemek ye gibi bir söz vardır. Emin değilim ama öyle bir şey olsa gerek. Öz olarak şöyle: onunla yalnız kal ancak o zaman gerçekten tanırsın. Sanırım hepiniz neden bahsettiğimi anladınız.

Şimdi ben bu teorinin bir özel durumundan bahsetmek istiyorum. (Evet ben uydurdum :) , ama olsun zaten orjinal şeyde uydurmaydı.) Eğer, birini tanımak için onunla yalnız kalmamız gerekiyorsa, kendimizi tanımak için de tam anlamıyla (kendimizle) yalnız kalmalıyız.

Matematik bilen arkadaş için özet açıklama geçiyorum (Haliyle bu da uydurma :) )
  1. Bütün insanlar A kümesinin birer elemanı olsunlar
  2. T A kümesi üstünde tanımlı bir fonksiyon olsun
  3. x [0,1] aralığında yalnız kalma oranı olsun. 0 hiç yalnız kalmadın, 1 hep yalnız kalıyorsun gibi. (Örneğin siz ve rasgele bir ülkenin devlet başkanı için 0 )
  4. T(a1,a2,x) her geçerli a1,a2,x için bir tanıma oranı veriyorsa
  5. T(a1,a1,x) = auto-T(a1,x) = kendinizi tanıma oranı. (NOT: x>0 ama x=1 olmak zorunda değil)
  6. Buraya kadar gerçekten bir şey anladıysan, bırak bu blog'ları falan gel bana tercüman ol. Bu kadar saçmaladım ve beni anladın. Eminim, diğer fikirlerimi de beni anlamayan çoğunluğa tercüme etmek için sabırsızlanıyorsundur. (e-mail : hr@yokboylebirsey.net)

Şimdi ben bu teoriyi uydurmuş olabilirim ama o kadar da değil aslında. Bir çeşit bilimsel veriye dayanıyorum. Bizzat kendi üstümde deney yaptım. (lim x -> 1) Bazı şeylerin hakkında aslında daha farklı düşündüğünü/hissettiğini daha rahat anlayabiliyorsun yalnızken.

Şimdi ben yalnızım, mutsuzum edebiyatı çevirmeye çalışmıyorum. Aksine gayet mutluyum, kendimi daha farklı bir anlamda da tanıma şansı buldum.

Anlamadığım bir şey var. Nasıl oluyor da sadece bir ay öncesinden bu kadar farklı düşünebiliyorum bazı konularda anlayabilmiş değilim. Aklımı karıştıran tam olarak da bu nokta. Gerçi bu konuda da bir teorim var. ( Hadi yazayım da sizi fazla merakta bırakmayayım. Eminim bugün yaptığın en iyi şey benim sosyal hayat teorilerimi öğrenmek olacaktır(!) )

Bir insan topluluk içinde tek başına olduğundan olduğundan farklı davranabiliyor. Bu bilinen bir şey aslında. Tam formal adını bilmesem de sürü psikolojisi diyebilirim. Şimdi ben bunu biraz daha genelleyebileceğimizi düşünüyorum. (Buradan da anlaşıldığı üzere ben bu konularda uzman gibi bir şeyim(!); özel durumlara bakarım, genellerim vs.)

Eğer bir topluluk içinde bulunmak kısa dönemde davranışlarımızı değişitiryorsa, uzun dönemde düşüncelerimizi de değiştirebilir. Örneğin insanlar 10 kişi beraberken tek başına olduklarından daha cesur olurlar (genelde). Topluluk içinde bulunmak da bizi düşünsel anlamda cüretkar yapmış olabilir. Örneğin, tüm insanlık hakkında çok "özgürlükçü" görüşlere sahipken, bir anda "ya, aslında biraz da kontrol gerekebilir, hatta gerekir" demeye başlayabiliriz. (Benim hakkımda spesifik örnekler değil, genel gözlemlerimdir.)

Bu Gündelik Hayat Teorileri (ilgili arkadaş için not: Fundamental Theorem of Daily Life :) ) için temel oluşturabilecek 2 teorim size bugünlük yeter sanırım.

Hoşçakalın, sevgiyle kalın.

Notlar :
  1. Gündelik hayat teorileri üretmek çok zevkli aslında, gerçi bunlar biraz sosyal gündelik hayat teorileri oldular ama neyse. Bu konudaki gözlemlere dayalı çalışmalarım devam edecek.
  2. Parantez içinde saçmalama hakkımı gereğinden fazla kullanıp, okumayı zorlaştırdığım için özür dilerim.

Cumartesi, Ekim 15, 2005

Doğa Hakkında

Son kasırgalar'ın (ilgili ülke için) ekonomiyi olumlu yönde etkilediğini duydum. Yıkım ne kadar büyük olursa geriye o kadar büyük bir yeniden yapım pazarı kalıyormuş. Ne kadar çok orman yakarsak o kadar çok verimli tarım arazimiz olur gibi bir argüman bu.

Hatta, daha da öteye gidip savaşlar ile dümdüz edilmiş bir ülkenin dünya ekonomisi açısından olumlu etkileri konuşulabiliyor.

Biz insanların doğaya karşı nasıl anlayışsız bir şekilde yaklaştığımızı görebiliyor musunuz? Yıkım ve yeniden yapım süreçleri ekonomiyi olumlu etkileyebilir, ya doğayı? Doğa hakkında insanların bilmediği bazı şeyler var
  1. Doğa doğrusal olmayan (non-linear) bir sistem. Bu ne demek? Doğayı 1 birim kirlettiniz size yine 1 tepki verdi diyelim. Ama 10 birim kirlettiğinizde size bir anda 100 birim tepki verebilir. Biz şu anda düzenli olarak kirletiyoruz; bakalım doğa ne zaman patlayacak.
  2. Belli bir noktayı geçtiğimizde geri dönmek imkansız olabilir. Sera etkisi ile ilgili yeni ve ilginç bir şey öğrendim.
    Kutup civarlarında binlerce yıldır erimemiş buz kütleleri var. Bu kitleler içinde yüksek oranda "metan" gazı hapsolmuş vaziyette. Şimdi, bu buz kütleleri erime tehlikesi ile karşı karşıya. Eğer bu kütleler erirse, yine bir sera gazı olan metan anormal ölçülerde atmosfere karışacak. Yani süreç kendi kendine daha da hızlanacak. (Sistem'in ne olduğunu bilenler için özetle sistem de positive-feedback var).
Yani şu anda bulunduğumuz yer dönülmez akşamın ufku gibi bir yer. Önümüzdeki kısa dönem içinde de bu şekilde doğaya yüklenirsek, belki şu an yaşadığımız dünya sadece eski, tatlı bir hatıra olacak.

Kişisel olarak inandığım (ve hiçbir bilimsel veriye vs. dayanmayan) bir şeyi de eklemek istiyorum. Eğer biz doğayı böyle kirletirsek (varsayalım ki 100 yıl boyunca daha) ve doğa (onu da sürekli gerdiğimiz bir lastik gibi düşünebiliriz) bir gün bir noktada aşırı tepki verirse (lastik koparsa, elimiz acırsa :) ) . İşte o noktadan sonra, bu 100 yılı geri almak için belki de 10.000 yıl geçmesi gerekecek. Doğa bir şekilde, açlıklar, fırtınalar, depremler vs. ile insan oğlunun nüfusunu "kontrol altına alacak" ve kendini tedavi etmeye başlayacak.

Biraz kıyamet senaryosu gibi oldu galiba, ama yine de ciddi bir durum. Elimden geldiğince meramımı sıkmadan anlatmaya çalıştım.

Neşeli ve güzel bir dünyanın hep varolması dileğiyle, hoşçakalın.

(17.10.2005 - Sonradan düzenleme)
İlgili haber, link vs.
  1. http://www.e-kolay.net/haber/ Haber.asp?PID=1772&HID=10&HaberID=325588

Çarşamba, Ekim 12, 2005

...

"Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumazlar.
Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir."
Attilâ İlhan
( Kaynak : http://www.prizma.net.tr/ )

Pazartesi, Ekim 10, 2005

Doydum. Mutluyum.

3 hafta aradan sonra karnım doydu. Yeşil fasülye ve türlümsü var önümde, sularına bandıra bandıra yiyorum. Hiç bana, niye yemekten bahsediyorsun, oluyor mu bak vs. demeyin, ne zamandır açım ben burda aç.

Kaç öğün üst üste Subway'den yiyip onun üstüne sınırsız kola içebilirim sorusunun cevabını biliyorum ben artık. Ya siz?

Salçası olmayan, acemi ellerden çıktığı herhalinden belli olan bir fasülye yemeği insanı ne kadar mutlu edebilir? Çok. İnanmıyor musunuz? Deneyin bakalım da görün. Denemek isteyenler için (tavsiye etmiyorum, sorumluluk da almam yine de) formülü veriyorum:
  • Bir süre evde yemek yemeyin. (1 Hafta kadar)
  • Bu süre dahilinde sevdiğiniz şeyleri de yemeyin. (Kebap vs. zinhar yok! )
  • Fastfood'a dadanın. Kola tüketiminizi 3 ile çarpın. Bu hızla içersem bunları balon gibi şişer patlarım diye ürkün, diet kola ile devam edin
  • Sabahları kahvaltı yapmayın. Kurabiye falan yiyin. Ekmek arası kaşar da olabilir. (Başka peynir yasak.) İçecek olarak da portakal suyu yada yağlı süt.
  • Gün içinde de çay falan içmeyin, yok öyle.
  • Simitdir şudur budur da yok, çok acıktıysan kurabiye ye!
  • 1 haftanın sonunda, herhangi bir sulu yemek yeyin. O da nesi? Mutlu oldunuz di mi? Harika.
Ayrıca durumun en fazla ne kadar vahim olabileceğini merak edenler için bkz. Google'da ara: Super Size Me.

Ayrıca bir insanın hangi dünya mutfaklarından yemek yemesi gerektiğinin top 10 listesini yapabilecek kadar da çok bilgiye sahibim.

Unutulmaması gereken bir nokta ise : çay. İnsan hayret ediyor bazen, binlerce yıldır bilinen bir bitki olan çay'ı (ve içeceğin kendisini) nasıl oluyor da dünyanın her yerinde, istediğin zaman istediğin kalitede bulamazın.

Ben bu son hayret ettiğim şeye bir cevap ararken; siz de sağlıcakla kalın.

Cuma, Eylül 30, 2005

Yıllar sonra, yeniden...

Onu düzenli olarak en son ne zaman kulladığımı hatırlayamıyorum. Sanırım ilkokulun son senesiydi. Ondan sonra da ara sıra öylesine binmiştim ama onlar sayılmaz.

Yaklaşık 10 yıl aradan sonra yeniden bisikletim var. Eskisinin aksine öylesine binmiyorum gerçi ama olsun. Arkadaşlarla 5-10 kişilik gruplar halinde, bütün bir yaz tatilini bisiklet üstünde geçirdiğimiz zamanlardan çok uzağım artık.

Unutmuyorum, BMX marka bisikletim vardı, daha sonra onu 21 vitesli bir Castello ile değiştirmiştim. Güzel günlerdi. Hele ikinci bisikletime hayrandım.

Sanırım nereye doğru gittiğimi anladıınız, evet bisiklet kullanmaya yeniden başladım. Diamondback mark Shimono 21 vitesi ve yine aynı marka frenleri olan dağ bisikletim var artık. Tabii ki "made in China" ...

Eski günlerdeki zevki verdiği söylenemez (amaçsızca ortalıkta dört dönmüyorum, tam anlamıyla ulaşım için kullanıyorum. ) ama yine de iyi. Eskiden farklı olarak bir kaç da güvenlik önlemi ile kullanıyorum artık, e aklımız başımıza geldi tabii... Kask takıyorum... Aslında her zaman takmıyorum ama takmaya özen gösteriyorum.

Kask - Biliyorum komik. Evet takıyorum. :)

İşin en tatsız yanı ise kilitler. Benim çocukluğumun geçtiği yıllarda ve yerde bisiklet hırsızlığı diye çok gelişmiş bir kavram yoktu. Toplam 5 dk.'lık bisiklet yolculuğu için bir o kadar da sök tak işi gerçekten rahatsız edici oluyor. (Bu işi biraz abarttığımı düşünenler olabilir, ama öyle değil. Bu adamlar olayı çok abartmışlar.)

Bisikletin olmazsa olmazına geliyoruz. Aslında böyle bir şey çoğu bisiklet kullanıcısı için saçma olabilir ama bisikletle bir yere giderken yanlarında bir şeyler taşımaya çalışan herkes bilir. Neymiş peki? Tabii ki sırt çantası... Şimdi bu sırt çantası dediğin süper bir şey. Birincisi içini istediğin kadar doldur giderken dengeni bozmaz. İkincisi bisikletinin orasına burasına sepet takıp bisikletini kız bisikleti (!) yapmana gerek kalmaz. Daha güzeli, kafan bozuldu alışverişe gidersin doldur sırt çantana getir vs. vs.

Meşhur Çanta

Sırt çantası demişken değinmeden geçemeyeceğim bir nokta daha var. (Nedir o? dediğinizi duyar gibiyim :) ) Tam olarak hatırlayamıyorum ama 1994 sonu yada 95 başında aldığım (beni tanıyan herkesin bir şekilde görmüş olduğu), kendisi ile yaklaşık 10 sene geçirip bir kaç okul bitirdiğim, kamplara gittiğim ve daha pek çok şey yaptığım çantam. (Burdan herkese tavsiye ediyorum Adidas Training alın hem senelerce dayanır hem de çok eşya alır. Gerçi artık böyle bir model varmı emin değilim ama olsun işte tavsiyemi vereyim ben.) Bu çanta spor çantası olarak yapıldığı için, dışarıdan ağzı ipli torba gibi görülebilir. İçine koyduğunuz her türlü defter kitap vs. yamulur, uçları kıvrılır ama olsun güzeldir işte.

Neyse bu ben ve eşyalar konulu yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. Biraz daha uzatırsam eşyalar ile aramda kurduğum bağa falan giricem, içinde çıkılmaz bir noktaya doğru sürükleneceğiz hep birlikte.

Esen kalın, :) .

Alakasız Not 1: Biz sana e-mail atarız şunu yaparız bunu yaparız diyip de, arayıp sormayan tüm arkadaşlarımı kınıyorum. Beni unutmayanlara tek tek teşekkür ediyorum.

Alakasız Not 2: Yazıları yazdığım yer itibari ile yazım kontrolü yapamıyorum. Çoğunlukla tekrar okumaya da üşeniyorum. Bazen yazım hatalarından dolayı anlaşılmaz yazılar ortaya çıkabiliyor. Bu gibi durumlarda beni uyarırsanız yazıları düzeltebilirim. Teşekkürler.

Pazartesi, Eylül 26, 2005

Etik Manifesto

İnsanın hayatı boyunca pek çok görüşü değişebilir bunu anlayabiliyorum, ancak etik değerlerin de benzer bir değişim sürecinde olması benim gözümde aşırı çürümüşlüğü de beraberinde getiriyor.

Demek istediğim, eğer etik değerlerimizi ortama (yere, zamana ve başka değişkenlere) göre değişmeye bırakırsak aslında sahip olduğumuz etik değerlerden bahsedemeyiz. Sadece içinde bulunduğumuz ortamın kurallarına uymak bizi çoğu zaman ahlaki anlamda saflığa ulaştıramaz.

Demek istediğim şeyi basit örneklerle anlatabilirim. Aslında bu blog'u okuyan çoğu insan - arkadaşlarım - beni rahat anlayacaklardır. Çünkü onların da son dönemde hayatlarında ciddi değişiklikler oldu. Bir nedenden dolayı hayatımız şu şekillerde değişebilir:
  • Yer değiştirebiliriz. Üniversiteyi bitiren pek çok insan için bu geçerlidir.
  • Benim için geçerli olmasa da statü değiştirebiliriz. Örneğin, öğrencilikten bir sonraki hayat evresine geçmiş olabiliriz.
  • Çevre değiştirebiliriz. Bu tam olarak yer değiştirme değil. Etrafımızda insanlarda radikal bir değişiklik buna örnek verilebilir.
  • En basiti ve herkese uygulanabilecek olanı zaman (ve haliyle dünya) değişebilir. ( merak etmeyin değişir. :) )
Bu değişiklikler bizi etik anlamda daha iyi yada daha kötü bir yere taşıyabilir. Ancak, ben etik anlamda yüksek noktadan olanlar açısından durumu incelediğim için, etik anlamda daha kötüye taşıdığımız durum üstünde yazmaya devam edeceğim.

Böyle bir durumda, eğer çevre şartlarına uyar ve ortalama adam olmaya çalışırsak, seneler boyunca kazandığımız şeyleri çok kısa sürede kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya kalırız. Peki önlem olarak ne yapmalıyız ki, etik servetimizi koruyabilelim.

Benim önerilerim şöyle:
  • Etik değerlerimizi en baştan tanımlayıp onlara sahip çıkmak
  • Etik değerlerin bizi kazandırdığı en önemli özellik olan doğruyu yanlıştan ayırt edebilme kabiliyetini kullanmak
  • Diğer insanları etik anlamda doğruya çağıracak güçte olmasak bile, kendimizi koruyabilecek güçte olmak
  • Kendi kendimizin kontrolü olup, vicdanımıza kulak vererek
Bu maddeler tabi ki çoğaltılabilir. Benim kimseye önerim adaptasyon sürecini zorlaştırıp, yalnız adam olmak değil. Sadece diyorum ki, adapte olmak, çürümüşlüğün bir parçası olmak değildir. Toplum denetimden uzak olduğumuz yerlerde bile kendş toplumumuza bizi yabancılaştırmayacak şekilde yaşamak.

Bunları niye şimdi yazıyorum. Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir. (Okumayanlar için : ahmetaltay.net - yazılar bölümü ) Önceden anahatlar, çizip onlara uymak çoğu zaman işe yarar bir davranıştır benim için. Bu ortaya koyduğum genel kurallar bütününe uymanın en kolay yolu da onu paylaşmaktır. Bunu burda yazıyorum, böylece kendim içinde bağlayıcı oluyorum.

Bu yazı tek amacı kendimi korumak da değildir. İsteyen herkes burada yazılanlardan fayda görebilir. Ayrıca bu deklarasyonu yardımlarınızla genişletmeye da hazırım. Eksik olduğunu düşündüğünüz bir şey olduğunda benim iletişime geçebilirsiniz.

Pazar, Eylül 25, 2005

Gündem gitti gider...

Son bir haftadır gündemi takip etmekte ciddi güçlük yaşıyorum. Gazeteleri en erken ben okuyabiliyorum, ama sadece gazetelerle olmuyormuş bunu gördüm. Ayrıca gazete okumak dediğim işin yazıları okumaktan ibaret olmadığını da anladım, elinde kağıdı da tutmak lazım. Yoksa ona tıkla buna tıkla, web'den gazete okumak o kadar da eğlenceli değil.

Magazinin hayatımda yerini de nispeten anlamış durumdayım. Acayip magazin programları ile büyümüş biri olarak, bu hafta kim şık kim rüküş ben de bilmek istiyorum haliyle.

Uzun zamandır ( 7 gün kadar :) ) dizi izlememiş biri olarak söyleyebilirim ki, onları pek de özlemeyeceğim.

Televizyon izlemenin bir önemini daha keşfettim. Haberler hakkında 3. insanların yorumlarını dinlemek çoğu zaman bir şeyi daha iyi kavramanıza neden oluyor. Benzer bir şekilde, bir haber hakkında biri ile konuşmakta fikrinizi güçlendiriyor.

Bütün bu zımbırtıyı anlaşılır hale getirmek gerekirse:
"Gündemi takip edebilmek için orada olmak gerekir."
- a.a. 2005

Özlü sözümü de söyledikten sonra, şimdilik bana müsaade. Görüşmek üzere.

Cuma, Eylül 23, 2005

Merhaba

Bu gerçek anlamda ilk blog yazım. Bir kaç nedenden dolayı blog olayına giriyorum.
  1. Daha düşük kalitede, ama günlük ve kısa yazılar yazabileceğim bir yer ihtiyacı (ahmetaltay haber ajansı :) )
  2. İstediğim zaman, hemen her yerde güncelleyebilme şansı.
Burası ile ilgili bazı açıklamalar da yapmak istiyorum.
  1. Her ne kadar blog'lar kendi sitemde yayınlasa da, bu hizmetin büyük bölümünü başka bir yerden alıyorum. Bu nedenle, buradaki içeriğin büyük bölümünün yerel kopyalarını tutamayacağım. Bu nedenle blog'lar gözümde günübirlik, geçici şeyler. Siz de onları bu anlamda görüp, fazla ciddiye almayabilirsiniz.
  2. Blog'ların altında tarih ve saati TSİ ile koyacağım. (Şimdi ne gerek vardı bu açıklamaya diyorsanız bu maddeyi yok sayabilirsiniz. Sadece merak edenler için...)
  3. Daha önce de yazılarıma "okunma sayısı", "okuyucu yorumları" gibi parçalar eklemiştim. Bunlar elle yazdığım küçük programcıklardı. Sanıyorum bu sitede bu hizmetler daha iyi olacak.
Her türlü yorumunuzu (biçim, içerik veya herhangi bir şey hakkında) bekliyorum. Bana her zaman mail atabilirsiniz. Hoşçakalın.

Çarşamba, Eylül 14, 2005