Cumartesi, Aralık 30, 2006

Final Destination : Seattle

Öncelikle seriyi izlememiş olanlar için küçük bir bağlantı verip konuya giriyorum.

Heyecanlı olduğumu belirtmek isterim, çünkü action/adventure tadındaki ilk blog yazımı yazıyorum. Olay uzun zaman önce uzak bir galakside geçmiyor ama siz isterseniz öyle olduğunu farz edebilirsiniz. Yok ben daha gerçekçi öyküleri severim derseniz, olay 2 hafta kadar önce 2 üst eyalette geçiyor.

14 Aralık - ~16:00

Dönemin son finalinden çıkmış olan A. (Aslında bu A ben oluyorum. Ama hem üçüncü tekil şahışlı bir anlatım tarzı benimseyip hem kendi adımı kullanmak bana garip geldiği için böyle A. yazdım. Her neyse...) işleri bitirmiş olmanın huzuru ve dün gece uyuyamamış olmanın verdiği yorgunlukla evdedir. Karnı tok, sırtı de pek olan A. hem ziyaret hem ticaret maksatlı bir gezi için bavulunu hazırlamaktadır. Aslında carry-on'unu hazırlamaktadır. Zaten şu 3 günlük dünyada 2 günlük bir gezi için bir insan ne kadar yük taşımalıdır ki.

Telefon acı acı çalar. Telefonun diğer ucundaki V. (V for Volkan) son bilgilendirmeler için aramıştır.

V : Hava çok soğuk burda. Bot al, mont al... Bir de fırtına geliyormuş, internete bak öyle çık.
A : Fırtına ?
V : İşte bildiğin fırtına, rüzgar falan yani.
A : Bir şey olmaz di mi?
V : Soğuk olur. Bot al, mont al...

Fırtınalara pek alışkın olmayan A. için yeni bir bilgi yoktu bu konuşmada. Zaten soğuk yere gittiğinin farkındaydı. Bir kazak daha attı çantasına...

~ 18:00

Üçü raylı biri bildiğin otobüs olmak üzere dört farklı toplu taşıma aracını kullanarak terminale varmıştı A. Bir yerden bir yere gitmek için kurulan bu düzene hayran bir şekilde, havaalanına giderken bu kadar vasıta değiştirmesini gerekli kılacak planı yapan herkes için, içinde kabaran şükran duyguları yüzüne vurmuş neşe içinde tuvalet arıyordu (En uzun cümle rekorumu bu sefer kırdım galiba...). Evet tuvalet arıyordu. Garip mi? Olur olmaz her şeyin olduğu yerde zaten sınırlı sayıda olan tuvaletlerin çoğu çeşitli bahanelerle kapalıydı. Ama vakti zamanında Indiana Jones : Fate of Atlantis oynamış olmanın verdiği kendi güvenle bu işi de çok rahat bir şekilde çözdü A.

Check-in falan dediğin zaten iki dakikalık iş, ondan sonra yapacak bir şey yok; beklemeye başladı. Garip olaylar da beraberinde başladı. Herkes bir fırtınadan bahsediyordu ya hayırlısı. Önce ilk garip anons geldi:

Vancouver'e giden uçağa fırtına dolayısıyla extra yakıt koymak için bavulların bir kısmını burada bırakarak yer açıyoruz...

Zaten hafiften makaraları sermiş olan yolcular artık kahkahalarla gülüyorlardı. Biraz beklemenin vermiş olduğu huzursuzluk, biraz da Alaska hava yollarının muhteşem anonslarının etkisi vardı bunda. A. için günü açan efsanevi anons belki de şuydu "Buraya pilot göndermeyi unuttuğumuz için ertelenen San Diego uçağı aslında burada pilot olup da biz kendisini unuttuğumuz için tekrar ertelenmiştir." Zaten bu kadar anlamsız olan bir anonsa arkadan bir pilotun el sallayarak ben buradayım işareti çakması da bambaşka bir tad katmıştı olaya.

Peki tabi olarak A. nın uçağı da 1 saat ertelenmişti. Pek mühim bir gecikme sayılmazdı gerçi. Sonra 1 saat daha, 1 saat daha...

Beklerken karnı acıkan A., lütfen ortamdan fazla uzaklaşmayın her an kalkabiliriz telkinleri eşliğinde yemek için ortamdan 30 dk. ayrıldı. Geri döndüğünde bir mucize gerçekleşmişti. Hakkaten kalkıyorlardı...

Uçağa bindikten sonraki 1 saat erteleme haberini yok sayarsak her şey A. için hala iyiydi. Fırtına nedeniyle uçuşunu erteletenler (korkaklar! :p ) sağolsun sağı solu her yanı boştu. Kalkmaya yakın standartdan bir sapma hissediliyordu aslında. Hayatında ilk defa cabin crew cross check bla bla talebine karşı duyduğu yanıt biraz şaşırtmıştı onu.

Cross-check completed. Cabin not secure.

Yine de önemsemedi peki. Sudoku çözemedi biraz, sonra üç koltuğa uzanmak suretiyle 2 saat boyunca uyudu...

15 Aralık - ~00:10

A. uyandıktan sonra cam kenarındaki koltuğa geçip şöyle bir dışarıya baktı. Dışarıda gerçekten sağlam yağmur yağıyordu ve kanadın ucu görünmeyecek kadar yoğun sis vardı. Bu şartlar altında uçaktaki hafif sarsıntılar da kabul edilebilirdi.

Kısa bir süre sonra, daha sonra hiç bir zaman tam olarak hatırlayamacağı ama aklına bir şekilde kazınan şu anons geldi.

Sayın yolcularımız, inişe geçmek üzereyiz. Kemerlerinizi bağlayınız bla bla bla... Ayrıca, bu iniş biraz sert olacak, olduğunuz yere sağlam tutunun...

İşte herkes dua etmeye o anda başladı. A. 'nın hala korkmadığı söylenebilir. Ama insanların suratı neden kireç gibi olmuştu? Hostesler neredeydi? Neden kendilerini bir yerlere bağlamışları? N'oluyordu?

To be continued...