Pazartesi, Ağustos 28, 2006

2 Film Birden Kuşağı

Son bir kaç haftadır Cumartesi geceleri 2 film birden kuşakları düzenliyorum kendime. Ve düzenli bir şekilde, filmlerden biri Al Pacino filmi oluyor. Bir iki kere tesadüf eseri olmuş olsa da, sonradan bilinçli tercihler halini aldı bu seçimler.

Çok yakın zaman içinde izlediğim filmleri : The Recruit, Carlito's Way, Scarface, Heat, Dog Day Afternoon.

Gerçekten filmlerin hepsi çok iyiydi. Hele sonuncusu tek kişilik performans gibi bir şey. Bir oyuncu, bir film. Bu kadar basit bir denklem. Yönetmen için çok büyük bir şans olsa gerek.

Ben Al Pacino filmlerini daha önce niye es geçmişim bilmiyorum. Ama, bardağın dolu tarafından bakacak olursak, önümde izleme listeme koyabileceğim pek çok güzel film var. Şimdiye kadar izledğim filmler içinde boşu yok, diğerleri arasında olacağını da sanmam...

Pek çok güzel sahne var tabi bu filmlerde; ama bence en ilginci Heat'de Robert De Niro ile karşılıklı kahve içtikleri sahne.

Başlıkla biraz ilgili olsun diye biraz açayım diyorum bu film kuşağını konusunu ama pek açacak bir şey yok. Can sıkıntısı işte... DVD izleyip dondurma yiyorum. Olay bundan ibaret.

Hoşçakalın...

...Ama Güzel Müzikal

İyi film değil. Konu zayıf, diyaloglar eksik, mekanlar hep aynı, akıcı da değil ama güzel müzikal. Phantom of the Opera gerçek bir müzik ziyafeti sunuyor biz dinleyenlere (yada izleyenlere mi demeliydim?) (Bu son cümle bir yerden alıntı(!) duruyor ama çıkaramadım nereden?) Ama film olmamış. Olamamış işte, her şey yerli yerinde gibi ama bir şeyler eksik yine de.

Böyle bir müzikali canlı dinlemeyi çok isterdim. Belki de benim gibi henüz fırsat bulamamış olanları düşünmüş ve bu filmi yapmışlardır. Sanmıyorum öyle olduğunu. Ticari beklentiler... Hollywood yapımcılarının akıllarında başka bir şey olduğuna inanmak güç gerçekten.

Eğlendim yine de. Bir yaz akşamı için, bir miktar dondurma ile birlikte izlemesi güzel bir müzikal. Bundan sonraki hedefim, artık denk gelirse bir gün canlı izlemek olsun bu müzikali...

Perşembe, Ağustos 17, 2006

Spectacular, Spectacular

Geçen haftasonu çok gecikmeli olarak Moulin Rouge!'u izledim. Benim için beş yıl gecikme ile gelen bir şölen diyebilirim. Üstelik DVD'nin içine ekstra olarak eklenmiş kısaltılmamış ve pek çok kamera açısı barındıran dans sahnelerini izlemek de başlı başına bir keyifti.

Evita'yı andırıyordu aslında bir bakıma. Hatta Evita'dan bu yana izlediğim en güzel müzikaldi de diyebilirim. Danslar, müzikler ikisinde de çok etkileyiciydi. Bir şeyi sevdiğimi anlatmanın en iyi yolu nedir ki? Güzeldi, etkileyiciydi...

Sonuç olarak bu film bir yeniden çekim, konu deseniz öyle ahım şahım fark yaratacak bir şey yok ortada... Bütün bunlara rağmen insan oğlunun ne kadar yaratıcı olabileceğini kanıtlıyorlar ve ortaya gerçek bir eser çıkarabiliyorlar. Sırf bunun için bile izlenmeye değer.

Hafif büyülü ortam beni bir anda içine çekti desem yeridir. Oturdum, 100 yıllık bir fairy tale izledim, başka ne diyebilirim ki. :)

PS: Tadını kaçırmak istemiyorum ama değinmeden geçmek de istemem. Müzik seçimleri gerçekten çok iyi. Hiç alışık olmadığınız bir tablo içinde bir anda kendinizi Smells Like Teen Spirit, Like a Virgin, The Show Must Go On dinlerken bulabilirsiniz!

PPS: Sonra ki hedefim The Phantom of the Opera. Ama sanırım daha üç dört yıl beklemem gerekecek, yeterince gecikme sağlayabilmem için :).

Salı, Ağustos 15, 2006

Ne değişmez?

Muz ve süt değişmez.


Ne? :)

Evet, bu konuda çok ciddiyim. Düşündüm taşındım, onca sene boyunca hayatımda değişmeyen nedir diye? Baktım ki her şey değişmiş. Ama muzlu sütü sevdiğim hariç. Eskiden sabahları muzlu süt olarak içerdim, şimdi akşamları sütümü içerken yanında muz yiyorum ama büyük değişiklik sayılmaz o kadarı.

Demek ki sevdiğim şeyleri değiştirmiyorum pek. Seviyorsam bugün de seviyorum, yarın da seveceğim. O halde, niye başka şeyler değişiyor hayatımda? Onları sevememiş miyim o kadar... Kim bilir?

Keşke her şey böyle kolay olsaydı. Düz mantık, muz ve süt kadar...

Cumartesi, Ağustos 05, 2006

Writely

Wordstar günlerinden beri epey bir şey değişmiş anlaşılan. Web'den yazılarımı yazıyorum, o benim yerime otomatik olarak blog'uma postalıyor. Aynı dosya üstünde pek çok kişi aynı anda çalışabiliyoruz vs. Bir ton bir şey daha... Writely, düşük beklentileri olan ama az da olsa bir çeşit döküman / kelime işlem programına ihtiyacı olan herkes için çok ideal.

Office programlarının -bana göre çok enteresan olan- evrimine hep birlikte tanık olduk. Önce kelime işlem programları vardı bir sürü. Sonra bir çok büyük firma bu işe girdi. Pek çok programı entegre etmeye başladılar, sonrada bir tekel oluştu ve herkes kendini ona mecbur hissetmeye başladı. Daha sonra açık yazılımlar ciddi tehdit oluşturmaya başlasa da, hiç kimse gerçek anlamda rakip olamadı.

Ama şimdi durum değişik. Zincir iki noktadan kırıldı. Birincisi artık küçük, entegre olmayan ve portable (yani bir kurulum gerektirmeden USB stick'imde taşıyıp, istediğim yerde kullanabileceğim) programlar yayılmaya başladı (bkz. www.portableapps.com ). İkincisi, başka bir tekelci kuruluş kuralları değiştirdi. Web teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak, tarayıcılarımız çok daha karmaşık işleri üstlenebilir hale geldiler. Writely, buna örnek uygulamalardan biri. Benim için çok ciddi bir alternatif. Google Spreadsheets başka bir tür için önemli bir alternatif oluşturuyor. Benim çok sık ihtiyaç duyduğum bir uygulama türü olmadığı için çok bir şey söylemem güç. Ama bu tip programları sadece ufak tefek hesaplar için kullanan ve de dosyalarına her yerden erişmek isteyenler için güzel bir tercih olabilir.

Evrimin ikinci halkası da bu oldu işte. Önce gittikçe bütünleşen, karmaşıklaşan programlar daha dağınık, daha basit, daha az işlevli ama daha kullanışlı ve kolay oldular. Paylaşımın çok kolay olması, ve uygulamalara hemen hemen her yerden erişelebiliyor olması da cabası. Bu işlerden anlayan bir adamın dediği gibi "gelecekte ağın parçası olmayan hiç bir şey var olamayacak." (Sun CEO'su görmüşlüğüm var ayıptır söylemesi :) )

Bence çok kısa zamanda II. Office Savaşlarına şahit olacağız. Umarım bunun sonucu da birincisi gibi tekel ile sonuçlanmaz.

Hoşçakalın.