Pazartesi, Ağustos 11, 2008

Bir Delinin Alışveriş Güncesi

Bu aralar meşgulum hatta çok meşgulum o kadar meşgulum ki Pazar sabahı 8:25'de kalkıyorum. Ne yapıyorum, alışveriş yapıyorum. Kime kime? Sana bana. Pazar sabahı erken kalkmam kıyamat alameti sayılmazsa bile alışveriş yapmam sayılabilir.

Ben bir aksilik olmazsa alışveriş falan yapmam. Tehdit ve zorlama altında değilsem tabii ama onlar da bir çeşit aksilik olarak düşünülebilir. Hem yoruluyorum hem de kararsız bir insanım zorlanıyorum. Sık sık alışveriş yapmadığımdan yada hiç hiç alışveriş yaptığımdan dolayı bende bir fiyat nosyonu da oluşmamış oluyor. İnsanlar alışveriş yaparkan ürünlerin fiyatlarını kıyaslarlar. Normal bir insan A marka gömlek ile B marka gömleği fiyatını karşılaştırır. Bu benim için mümkün değil. Çünkü A marka gömleğin fiyat etiketi büyük olasılık son bir sene içinde gördüğüm ilk etiket. Bu şartlar altında ben gömleği bildiğim şeylerle kıyaslıyorum. Örneğin fiyatını çat diye düşünmeden bildiğim şeyler arasında bilimum elektronik eşya, balon ve nazar boncuğu var. Bu listeyi daha pek çok lüzümsuz şey ile genişletebilirim. Sonuç olarak ben karar verme aşamasında bir kilo gömlek mi daha ağır yoksa bir kilo balon mu gibi sorular soruyorum kendi kendime bu da satıcıların garibine gidiyor.

Ben denemeyi de sevmem. Bildiğim şeyleri severim ben. Örneğin öğlen yemeğinde yeni bir şey denemek istemem. Yemek yemek sevdiğim bir şey ve sadece bir hakkım varsa niye yeni bir şey deneyeyim ki? Bu soruya bir cevabım olmadığından bildiğim şeyleri yer mutlu olurum. Bana birisi bir hediye falan aldığında da uzun bir süre kullanmam onu, öyle beklerim. Yeni şeyleri açmayı sevmem. Parçayı yemem, bütünü bölmem. Doğal olarak henüz benim olmayan bir şeyi almadan önce denemem. Denemediğim için üzerime olup olmayacağını bilemem. Üzerime olup olmayacağını bilmedğim bir şeyi de almam. Bana tamamen mantıklı gelen bu zinciri de anlayabilen bir satış elemanı olduğunu zannetmiyorum.

Alışveriş ile ilgili bir başka problem ise yorucu olması. Yürüyüp duruyorsun... Aç, susuz öyle dolan dur. O kadar sıkıcı ve yorucu bir işki insan yoruluyor, çok yoruluyor. Mesela ben o kadar yoruldum ki akşam üzeri geldim 4 saat uyudum. Buna normal insanlar sızıp kalmak diyorlar. Kendimi azıcık biliyorsam çok yorulmuş olmam lazım. Yoksa ben akşamları uyumayı da sevmem. Onun yerine bilgisayar ekranına bakarım böyle boş boş bakarım bir de arada bir böyle yazılar yazarım.

Hoşçakalın..

PS: Tehlikenin farkında olmayanlar için :) NYT’ten Türkiye'ye kredi kartı uyarısı (Hürriyet)

Çarşamba, Temmuz 23, 2008

Ne Dinliyorum? Yuki - Home Sweet Home

Felaket tesadüfen denk geldim buna. Şarkının sözleri hakkında da tek fikrim yok ama hoşuma gitti, saygılarımla sunuyorum.



Bu video hoşuna gitmeyenler için, ufak tefek bir ne var ne yok geçerek kendimi affettireyim.

Öncelikle hava çok soğudu. Geçenlerde buralar iyice sıcakladı, harman vakti de geldi zaten içerikli yazı yazdık nazar ettik galiba. Temmuz ortasında resmen üşüyorum. Güney yarım kürede olmadığıma göre Temmuz ortasında üşümem normal olmasa gerek.

Güney kelimesi bir anda ben de tatili çağrıştırdı. Dramatik gerçek ile tam bu anda yüzleştim. Ben hariç ailemin bütün fertleri tatildeydi. Kaçınılmaz olarak ben nerede neyi yanlış yaptım sorusu bir gündeme geldi tabi. Ama ben pek salladım(!) :p

Sonra, arada bir yerde Batman'ın devam filmini izledim (The Dark Knight). Fazla söze gerek yok uzun zamandır izlediğim en iyi film. Herkese tavsiye ederim.

Son olarak, size bir matematik sorusu sorayım. Son yarım saattir de bunun üzerine kafa yoruyorum. Şimdi biraz teknik olacak ama kusura bakmayın. 5Gb boşluk olan bilgisayarıma 1Gb yer isteyen bir program kurdum, şu anda bilgisayarımda 6Gb boşluk var. Özetle 5-1=6 etti de nasıl etti? Bunu yapan Windows okuyana en içten selamlarını iletir...

Hoşçakalın..

Salı, Temmuz 15, 2008

Honeyroot - Where I Belong



Youtube'u herhangi bir sebepten açamıyorsanız, songza'yı deneyebilirsiniz. Siteleri dandik olduğundan direk bağlantı veremiyorum ama "honeyroot where I belong" diye aratırsanız bulabilirsiniz.

Pazar, Temmuz 13, 2008

Işıl Işıl

Bu basit şeyler insan hayatını nasıl etkiler üzerine kısa bır yazı olacak. Odamdaki ampül patladı geçenlerde. Normalde gidip birebir aynı bir ampül ile değiştirirdim, 75W Beyaz. Ama onnun yerine gidip 150W eski usul olanlarda aldım.

Enerji tasarrufu açısından bakarsan kötü bir tercih. Daha kısa ömürlü bir tercih yaptığımda bir gerçek. Yani neresinden baksan akıllı bir değişiklik gibi durmuyor. Ama oda ışıl ışıl oldu. Okumak kolaylaştı, yazmak kolaylaştı. Ayrıca bilmediğim bir sebepten ötürü sarı ışık beni beyaz ışığa göre daha mutlu ediyor.

Her neyse odam şimdi icabında bir Kızılay meydanı havasında ışıl ışıl, pırıl pırıl ve sıcacık. O kadar sıcacık ki yatmak mümkün değil, hava çığrından çıkmış vaziyette yanıyor... (Hava durumunu da araya sıkıştırdım ki siz değerli okuyucularım bu pek kıymetli bilgiden de eksik kalmamış olun.)

Her neyse söyleyeceklerim bu kadar. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkürler.

Hoşçakalın..

Hamiş: Bu yazıyı yazarken aklıma şu geldi. Arasıra burada kısa kısa ne yaptığımı yayınlamak istiyorum ama bu yazı yazma işi o kadar çok zaman alıyor ki bazen yazmaya vakit bulana kadar ne yazmak istediğimi unutuyorum. Buraya böyle "status update" gibi bir şey eklemek şart oldu artık. Belki Twitter ile falan entegre emin değilim. Bekleyelim ve görelim...

Cuma, Temmuz 04, 2008

MSN - Ne Dinliyorum?

Düzenli bir kaç okuyucuma not: Bu yazının sizin ilginizi çekeceğini hiç sanmıyorum tavsiyem bu yazı hiç yokmuş gibi davranmanız! Söz ben size güzel bir şeyler yazacağım yakında.

Geçenlerde aklıma esti, MSN Messenger'ın "Ne Dinliyorum?" kısmına istediğim bir şeyi yazmak istedim beceremedim. Ben de bu işe yarayan bir program yazdım. Anlaşıldığı üzere üç aşağı beş yukarı tamamen lüzumsuz bir şey ama bazen eğlenceli olabiliyor. Bilgi paylaşıldıkça büyür hesabı (yalan, egomu tatmin ediyorum!) burada paylaşıyorum. Buyrun deneyin.

Önemli Not: Internetten indirdiğiniz her dosya, özellikle bilmediğiniz bir kaynaktan aldıklarınız yüksek risk taşır. Eğer ne yaptığınızı bilmiyorsanız, kaybetmekten korktuğunuz önemli verileriniz varsa bilmediğiniz hiçbir şeyi indirip kullanmayın. Ayrıca bu programın çalışacağına, çalışsa bile düzgün çalışacağına, size, bilgisayarınıza, verilerinize veya herhangi bir şeye zarar vermeyeceğine kimse garanti vermiyor. Özetle bu programı kullanmaktan ötürü bir zarara uğrarsanız kendinizden başka kimseyi sorumlu tutamazsınız. Şu an size en iyi tavsiyem bu programı denememeniz. Benim kendi sözlerimle edebi metin tarzında yazdığım bu lisansı anlıyor, kabul ediyor ve bu riski almak istiyorsanız buyrun deneyin:




Bu tutarsa, youtube'da ne dinliyorum özelliği ekleyeceğim buna. Yani aklıma eserse tabi. Bence bendeki bu gereksizlik seviyesiyle o da kesin eser bir ara.

Hoşçakalın..

Listening to TeTeTeTeTell me! by Küçük Emrah.

Cuma, Haziran 27, 2008

Viva La Vida

I used to rule the world
Seas would rise when I gave the word

Hayat tüm hızıyla akarken bazı kapılar yüzümüze kapanıyor hiç beklemediklerimizden bazıları açılıyor. Bir yere doğru gidiyoruz ama sürükleniyor muyuz yoksa isteyerek mi gidiyoruz söylemek güç. Bunların hepsine alışmak kolay hatta eğlenceli. Oyunun ortasında kurallar değişiyor ama hedef hala aynı birinci olmak.

Beni yıpratan yada inciten kendi elimizle kapattığımız kapılar. Öyle bir an geliyor ki acı da verse devam etmek gerekiyor. İnsanları kırmaktan korkabilirsin, geçen zamana acıyabilirsin ama ne yaparsan yap her geçen anın durumu farklılaştırdığı gerçeğini değiştiremezsin. Zaman dostumuz mu düşmanımız mı bilmiyorum ama ondan daha güçlü olmadığımız gerçek. Daha karmaşık anlatabilir miydim bilemiyorum ama çaresizlik bence budur. Hatta bu anlatamama hissi ta kendisidir!


Viva La Vida, Coldplay'in yeni şarkısı. Dinleyince bana bunları hissetirdi. Biz en iyisi ille de carpe diem diyelim yazıyı öyle noktalayalım ancak öyle dengeleriz.

Hoşçakalın..

Cumartesi, Mayıs 31, 2008

Kitap, Blog ve Kindle

Yayıncılık işinin benim gözümde yeni iyi, kötü ve çirkin sıralaması üzerine ürpertici bir yazı... Okuduktan sonra hayatım değişti, mideme kramplar girdi.

-- New York Times.


Kindle'ın ne olduğunu bilmeyenler için kısaca açıklayayım. Kindle Amazon'un çıkarttığı yeni dijital kitap. Kendisiyle bir müddet oynama fırsatım oldum ve oldukça kullanışlı bir alet olduğuna kanaat getirdim. Ekranı "electronic paper" (elektronik kağıt) dan yapılmış. Bu kağıt ve mürekkebin elektronik muadili gibi bir şey... Yazılar, aynı kağıtta olduğu gibi ortamdaki ışık sayesinde görünür oluyor.. Yani ekrandan gelen bir ışık, radyasyon, yakından bakma gözlerini bozar durumu yok. Tabi böyle bir deneyimi tarif etmek çok kolay değil ama şunu söyleyebilirim okunabilirlik açısından normal kitapdan hemen hemen bir farkı yok.

Bunun yanında başka yararlı özellikleri de var. Örneğin Kindle'ınızdan direk kitap satın alabiliyorsunuz. Hem basılı şekillerine göre daha ucuz hem de anında alete geliyor ve hemen okumaya başlayabiliyorsunuz. Ayrıca istediğiniz gazetelere ve büyük bloglarada üye olabiliyorsunuz. Her sabah, güncel bir versiyonu siz hiç bir şey yapmadan - para ödemek hariç - size ulaştırılıyor. Çok güzel değil mi? Gerçi düşününce parayı kredi kartınızdan alıyolar, kitabı havadan yolluyolar, en son okudum dediğiniz şey ise elektronların belli bir konfigürasyonda gözünüzün önünde sıralanması. Hayat çok mu sanal ne?

Dahası da var. Kindle çok ilkel olmakla birlikte wikipedia ve sevdiğiniz blogları okumanıza yetecek derecede bir internet tarayıcısına da sahip. Bak o bedava hem de! O da yetmedi diyorsanız, kitaplarınızın üzerinize dijital notlar almanıza imkan veriyor, olmadı kitabın içinde arama da yapabilirsiniz, index'e de gerek yok artık. Ayrıca, Neşeli Günler'deki Ziya'nın dediği gibi dünyanın bütün meşhurları bununla traş oluyor.

Neden çirkin peki? Çünkü çirkin. Gördüğüm en kullanışsız, kaba endüstriyel tasarımlardan biri. Ama ilk nesil ipod'ları düşününce yakında bunun bir problem olmayacağı da aşikar.

Kitap bitecek mi peki? Internet çıkınca gazeteler bittiyse, bununla birlikte gerçek kitaplar da niye bitmesin? İşte bu sorunun cevabını vermek o kadar kolay değil. İnsanlar kitaplar ile aralarında duygusal bir bağ kuruyorlar. Örneğin tamamen aynı işleve sahip olsa bile bir robot anne sahibi olmak istemem ama postacımın robot olması beni hiç rahatsız etmem. Hem Dost kitabevinin önünde arkadaşlarınızla buluşabilir, zaman kavramı olmayan arkadaşlarınız beklerken 3-5 sayfa bir şeyler okuyup belki de ilginiz çeken bir kitabı satın alırsınız. Peki Amazon kitabevinin adresini bilen var mı? Gazeteler için ise durum farklı. Gazetelerin doğaları itibari ile günlük olmaları, kullan at yapıları bence bu duygusal bağın oluşmasına en büyük engel. Ayrıca Türkiye'deki gazetelerin son on yıl içinde çok da parlak bir görüntü içinde olduklarını kimse söyleyemez. (Alakasız soru olarak, hangi gazeteyi okuyorsunuz? Ben şaka maka hiç birini okumuyorum artık)

Peki bloglar bu resmin neresinde? Blogların benim gözümde tek ilgi çekici noktası yayıncılık işine girmek için gereken çıtanın ne kadar düştüğünü göstermiş olmaları. Bugün her hangi büyük bir gazete ne kadar ulaşılabilirse, bu blog da o kadar erişilebilir. Bu kesinlikle abartı değil. Bu blog kesinlikle herhangi bir gazeteye rakip olmaz, olamaz ama şunu gösterir ki gerçekten kaliteli iş yapan birisi arkasında medya devleri olmadan da sesini duyurabilir ve para kazanabilir.

Sideways travmalarına son!

Şimdi aynı şey kitap sektöründe olmak üzere. Amazon herhangi birinin yazdığı kitabı Kindle üzerinden dağıtmaya imkan veriyor. Yazara da kitabın gelirinin %35 i kalıyor. Bildiğim bir piyasa olmamakla birlikte bu ilk kitabını yazan pek çok kişi için iyi bir oran olsa gerek. Artık kitap yazıp, dağıtmak için insanların bir yayıncı peşinden koşmasına gerek yok. Filmi izleyenler hatırlayacaktır, ana karakter kitabı yayınevi tarafından red edildiği için bunalıma giriyordu. Hiç gereği yok. Gir Kindle'ın platformuna, istediğin fiyatı biç. İyiyse satılsın, kötüyse az satılsın. Ama bir yayıncının lafıyla hayatın kararmasın.

Rast geldiğim küçük blogların %99.9'un hafif tabirle lüzümsuz olduğunu düşünürsek bu "amatör" kitap işinde de ciddi bir çöplük olacaktır. Ama kime ne? Kötüler, şu an okumakta olduğunuz blog gibi, kenarda köşe de kalır iyiler öne çıkar. Serbest piyasanın bu güzelliği karşısında hayretlere düşüyor saygıyla eğiliyorum.

Hoşçakalın..

PS: Bu yazıyı yazmamda bu aralar haftada bir elime bir kitap tutuşturan E.'in etkisi oldu, kendisine teşekkür ediyorum.

Salı, Mayıs 27, 2008

Phoenix

Haftasonunun üç gün olması itibari ile ıvır zıvır bir ton bir şeye vakit buldum. (Meraklısına not: Memorial Day olmasına istinaden Pazartesi tatildi.) Bir tek Indiana Jones'u izleyemedim ona yanarım o da haftaya artık. Olan biten her şeyi size parça parça yazarım belki kimbilir ama en çok ilgimi Phoenix çekti, onu hemen yazıyorum. Özetle arabada 5, az sonra 15... (Aletin Wikipedia'da neredeyse 20 küsür dilde yazısı var ama aralarında Türkçe yok. Buradan Türklerin pek ilgisini çekmediği sonuca varsam herhalde çok yanılmış olmam. Yani sizinde çok ilginizi çekmeyebilir, şimdiden kusura bakmayın.)

Her neyse, bu alet yaklaşık 350 kg.'lık bir metal yığını. 4 Ağustos 2007'de yola çıkmış. (O tarihte ben ne yapıyordum acaba?) Dün, TSİ gece yarısına doğru, planlanandan 15 dakika kadar önce Mars yüzeyine, kuzey kutup dairesine yakın bir bölgeye iniş yaptı. Orada su bulmaya çalışacak, ayrıca topladığı toprak örneklerini analiz edip sonuçlarını dünyaya gönderecek. Dün NASA'dan yapılan canlı yayınla bütün dünya aletin inişini an ben an takip etti. (Sanırım Türkiye'de de NTV canlı yayınlamış.)

Bu Mars'a başarıyla inebilen ilk araç değil. Tarihçeyi nasıl yorumladığınıza bağlı olmakla birlikte ilk başarılı iniş 1981 yılında gerçekleştirilmiş ki bu ben doğmadan önceye denk geliyor. Ama bu sefer ki yine de benim için ilgi çekici bir olaydı. Mesela, yaklaşık olarak 300 günlük bir yolculuğu bu kadar dakik planlamak nasıl mümkün olabilir. Ben herhangi bir olaya 15 dakika geç kalabilirken alet burdan oraya nasıl becerip de zamanında, hatta 15 dakika erken gidebildi?

İlgi çekici başka bir nokta ise iletişim. Alet iniş esnasında düzenli olarak bilgi gönderdi, iner inmez de fotoğraf falan göndermeye başladı. Phoenix dünyayla direk bağlantı kurabiliyor veya Mars yörüngesindeki uydular aracılığıyla dünya ile bağlantı kurabiliyor. Nereden baksanız stabil ve hızlı bir ağ bağlantısı var. Bu mümkünken, neden bizim evdeki kablosuz modem en fazla 10 metre çevresindeki 2 bilgisayar ile sağlıklı ve hızlı bir bağlantı kuramıyor? Bu soruya herhangi bir insan evladının tatminkar bir cevap vermesi güç olsa gerek. (Bir daha ki ISP'im NASA olacak!)
Modemim çalışmıyor ama en azından renkli fotograf çekebiliyorum :p
Aletin üzerinde çeşitli kameralar var görüntü almak için. Çok da ilginç görüntüler var Arizona'nın web sitesinde. Lakin benim anlayamadığım bir nokta var. Görüntüler siyah beyaz. Eminim mantıklı bir sebebı vardır... Ama buradan oraya 350 kg şeyi vaktinde götürmek mümkün de, renkli bir kamera takmak mı imkansız? Yoksa ben, benim modem çalışmıyor diye üzelmeyeyim diye mi yaptılar acaba?

Başka ilginç bir nokta da, Phoenix beraberinde bir DVD götürdü. İçinde yaklaşık 250 bin kadar kişinin ismi kayıtlı. Tam olarak ne amaçla yapıldı bilemiyorum, ama bence tamamen saçma bir davranış. Varsayalım ki bu DVD o şartlar altında uzun bir süre bozulmadan dayandı. Benim markasız DVD'lerin bir çiziklik ömrü varken diyelim ki bu DVD 1000 yıl boyunca çalışır vaziyette olacak. Bunu uzaylılar bulsa, bir işlerine yaramaz. DVD dediğin ISO standartı, ISO dediğin uluslarası standart organizasyonu, evrensel değil. O halde uzaylıları bağlamaz. Bunu daha sonra oraya gidecek insanlar bulsa yine işlerine yaramaz. İnsanlar 1000 yıl önce yazılmış yazıları okuyabilirler ama 10 yıl önce kaydedilmiş kasetleri dinlemek neredeyse imkansız. Ne ile dinleyeceksin, kaset çalar mı kaldı? 20 yıl önce üretilmiş 5.25 disketler nerede mesela. Her yeni çıkan dijital kayıt formatı bir önceki nesli ürünleriyle birlikte yok ediyor. Korkarım o DVD'nin de akıbeti en iyi frizbi olmaktır ki bence büyük başarı.

Son olarak, Mars'a robot göndermenin maliyeti ile potansiyel getirisini karşılaştırsalar ortaya ne çıkar acaba? Bu kadar para dünya için harcansa, burası daha yaşanır bir yer olamaz mı? İnsanların merakını anlıyorum ve takdir ediyorum ama Mars'ı düşünmeye başlamadan önce keşke Dünya'ya bir şans daha verselerdi.

Phoenix üzerine yanlı ve duygusal bir yazından sonra bence gidin biraz Phoenix Saga okuyun hem eğlenmiş olursunuz..

Hoşçakalın..

Cuma, Mayıs 23, 2008

aa++

Yaş hanesine bir çentik daha attık. Bu sefer ki biraz kilometre taşı gibi böyle çok köşeli olduğundan hafiften içime oturdu ama neyse... En azından karekökü tam sayı olan bir yaş bununla avutucağız kendimizi artık.

Biraz da facebook'un ispiyoncu etkisiyle çok çeşitli kanallar aracılığıyla pek çok kişi tebrik etti. Hatta uluslararası bir olay oldu bile diyebilirim (!) Nereden baksan altı yedi farklı ülkeden tebrik mesajı geldi. Bak şimdi yazınca bana da bir garip geldi :)

Her neyse hatırlayan, kutlayan herkese tek tek teşekkür ederim.

Hatırlamayanlara da ben zorla hatırlattım zaten. İcabında kendi pastamı kendim aldım etrafına adam toplayıp iyi ki doğdun diye şarkı söylettim.

Son olarak, George Lucas da bizi unutmadı Indiana Jones'un devam filmini doğum günümde vizyona soktu. Sağolsun!

Hoşçakalın..

Cuma, Mayıs 16, 2008

38 Derece

Cayır cayır yanıyorum. 38 derece olan ateşim değil, hava sıcaklığı. Mayıs ayı, saat 23:30. Nasıl olduğunu anlamak mümkün değil. Çok değil bir hafta önce üşüyordum.

Hava sıcaklığı bereberinde üşengeçliği getiriyor galiba. İnsan ne yemek yemek istiyor ne de uyumak. Belki de küresel ısınmanın en büyük yan etkisi bu olur. Herkes acaip derecede tembelleşir..

Alaksı yoktur ama (yani yoktur umarım ya, olmasın lütfen..) iki üç gün önce Çin'de deprem oldu. 7.8 diyen var 7.9 diyen var ama her neyse artık çok fark etmez oldukça şiddetli bir şey. (Gerçi aradaki o mühim olmayan küçük fark yaklaşık %40 daha fazla enerji açığa çıkması oluyormuş. Wikipedia'nın yalancısıyım.) Malum bizde de deprem olmadan önce havalar aşırı sıcaktı. Burası de deprem bölgesi zaten. Sırasıyla 1906, 1989 diye gidiyor... Ben galiba kendi kendime bir şey anlatmaya çalışıyorum. Her neyse şom ağızlılığı burada bırakayım.


Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun diyorum her nerede yaşıyor ve yaşatılıyor iseniz.. Hoşçakalın.

Çarşamba, Nisan 23, 2008

Gözlük Camı

Çok uzun bir zamandır gözlük kullanıyorum. (15. sene mi kutluyorum!) İster istemez bu konuda oldukça büyük bir tecrübeye sahibim. Hatta, tam olarak şu an düşündüm de merkezinde gözlük olan pek çok da anım var. Eşya-insan ilişkisi açısından garip bir durum :)

Her neyse, bugün gözlük camı temizliği ile ilgili yeni öğrendiğim bir tekniği paylaşıyorum sizinle. Önce kısa bir tarihçe geçeyim. Ben gözlük camımı genel olarak düzensiz aralıklarla ve mecbur kaldıkça temizlerim. Hatta annemin bu durumu "gözlük camında bir ben yokum diye" defalarca protesto etmişliği vardır. Biz o zamanlar gözlük silmek için optikçilerin verdikleri bezi kullanıyoruz, safız. Alet temizlemiyor iyice bir bulanıklaştırıyor.

Neyse, bir müddet sonra ben temizlikte suyun önemini keşfettim. Bunun 20. yüzyıl sonlarında olması benim açından bir kayıp tabi orası ayrı. Bu sefer de kurulama problemi çıktı tabi. Gözlük camı için üretilmiş o bezlerden kopan ufak parçalar cama yapışıyor. Sonra artık bezin rengine göre nereye baksan kar olmadı konfeti görüyorsun. (Buradan optikçilere seslenmek istiyorum, adresinizi o bez parçaları yerine kart vizite bastırırsanız benim gibi pek çok insanı kafa karışıklığından kurtarabilirsiniz.)

Son olarak, V. nin geliştirdiği teknik olan Selpak mendil kullanma işine girmiştim. Hiç akla yatkın bir teknik gibi görünmese de oldukça iyi sonuçlar veriyor.

Ta ki, geçen ay ortalarında sıvı sabun tekniğini keşfedene kadar. Evet su ve sabun! Şimdi anlıyorum, her şey bir anda aydınlanıverdi işte. Şöyle oluyor efendim. Sıvı sabunu gözlük camlarımızın her iki yüzüne azıcık sıkıp, hafif ılık su altında parmaklarımızla siliyoruz. 30 saniye kadar sürüyor bu işlem. Sonra bir kağut havluyla suyunu alıyoruz. Dikkat edin, silmiyoruz. Kağıt havluyu camlara dokundurup çekiyoruz. Sonuç gerçekten tatmin edici, tüm gözlüklüklülere tavsiyemdir. (Eğer ürünümüzden memnun kalmazsanız 30 gün içinde iade etmeyi deneyebilirsiniz ama sizi kaale alacak bir mercii bulmanız güç olur.)

Gözlük hakkında yazı yazmanın bu kadar eğlenceli olabileceği hiç aklıma gelmemişti :p

Hoşçakalın..

Herkesin dünya gününü (22 Nisan) ve Çocuk Bayramı'nı kutluyorum..

Cumartesi, Nisan 19, 2008

Blender

Büyüklere oyuncaklar diye bir kategori var ya, blender işte benim için onun içinde artık. Eğer mutfakta oynamayı seviyorsanız ama doğal olarak yemek yapmaya ne vaktiniz ne de sabrınız varsa edinin bir tane ve oynamaya başlayın, tavsiye ederim.

Çok eğlenceli bir uğraş. Biraz da öğretici olmak adına tecrübelerimi de paylaşacağım birazdan, merak etmeyin.

Bir karış boyu var, türlü türlü huyu var

Özünde karıştırmaya yarayan bir alet ile tahmin edebileceğiniz üzere yapabileceğiniz en güzel şey karışımdır. a.a. - 2008


Söyleyen ne güzel söylemiş! Ama karışımdır derken fiziksel karışımı kast etmiş olmalı. (Her kesime hitap edebilmek gayesiyle böyle araya öğretici içerik sıkıştırayım diyorum, nasıl? :p)

Her neyse ben sözü fazla uzatmadan tariflere geçeyim. Bu tariflerin hemen hepsi 1 haftalık bir zaman diliminde iki kişi tarafından uydurulup, denenmiş tariflerdir.

1. Buz-Meyve-Süt

Be en basiti. Süt ve çileği yada muzu, isteğe bağlı olarak başka bir meyveyi atıyoruz aletin içine. 3-4 küçük kalıpda buz ekliyoruz. Buzlar iyice parçalanana kadar döndürüyoruz. Bu da yaklaşık 2 dakika alıyor. İçimi güzel..

2. Buz-Kahve-Kakao-Süt

İçeriği verdikten sonra tarif kısmı hep aynı aslında. Blenderda karıştırın. Buna biraz hazır espresso biraz da irish cream katarsanız on numara olur.

Şimdilik bu kadar, ama ben oldukça yazarım. Sizin öneriniz varsa onları da gönderin lütfen :)

Afiyet olsun! Hoşçakalın,
Ahmet S. Beder

Salı, Nisan 15, 2008

3 Kişi 1 Nikah

Başlığa bakıp, nikah kavramını yeni bir boyuta taşıdığımı falan sanmayın. Üç kişiden ikisi evlenirken biri (ben!) işin çeşitli ameleliklerini yaptı. Fotoğrafçılık, şahitlik vs.

Bu işin nikah faslıydı tabi, bir de düğün faslı olacak o ayrı. O çok daha kalabalık olacaktır eminim. Ben genç çiftimize mutluluklar dileyip izlenimlerime geçeyim.

Şahitlik beklediğimden kolay bir görev çıktı. İmza atıyorsun bir tane o kadar. Ama başka şeyler var ki daha zor. Mesela nikah öncesi konuşma. Şarap kadehleri havada, diyorlar ki "ee hadi bir şeyler söyle". Tamam da ne söyleyeyim ki. Hazırlık yok bir şey yok. Onu da geç yaşımız kaç başımız kaç ki ben babacan içerikli bir konuşma yapayım. Ben bir anlık boşluklarından yararlanıp kısa bir konuşma yaptım : "şerefe!". Neyse ki onlar da bu mevzuya yeniler, pek garip karşılamadılar artık :p

Bu memleketin evlilik yemini bizimkinden daha uzun ama içerik olarak daha güzel bence. Filmlerdeki gibi "hastalıkta ve sağlıkta ..." diye bir şey. Seremoni odasında dört kişiydik toplam. İkisi evlendi, biri evlendirdi ben de vesair işler yaptım. Sonuncu da hani bana hani bana dedi! Ben nikahı kameraya almak, gerekli yerlerde yüzükleri vermek ve alkışlamak vazifelerini yürüttüm. İsviçre çakısı gibi nikah şahitliği yaptım. Son anda ufak bir saçmaladım ama o da acemilikten. Tam damadın gelini öpmesi gereken yerde (hakkaten film gibi...) ben yanlışlıkla kamera kaydını durdurmuşum (ama salak ile avanak gibi!) :p. P. bu olayı fark edince üzerime ufaktan bir hamle yaptı ama savuşturdum. (Tehlikenin boyunu anlatmak açısından ekstra bilgi veriyorum, kendisinin karate hususunda kıta şampiyonluğu var. Kıyas açısından, ben en son ne zaman spor yaptığımı hatırlamıyorum.)

Evlilikten önce (B.C.) ile evlilikten sonra (A.D.) arasında bir fark yok aslında. Parmağınıza yüzüğü takıyolar o kadar. Dışarıdan görünen bu. Ama o yüzüğü nasıl takıyorlar bilmiyorum, çıkmıyor yerinden bir daha. (E. ile denedik biz bunu hemen nikahtan sonra, yok olmuyor! Nasıl sıkıştırıyorlar onu oraya, pes doğrusu...)

Çok uzatmaya gerek yok aslında. Fotoğraflar facebook'da... Duygu yoğunluğu yüksek ve mutlu bir evlilikti, güzeldi yani... Darısı sizlerin başına artık.

Hoşçakalın.

PS: Siteye email ile üye olan veya yorum yazan herkese teşekkürler.

Perşembe, Nisan 10, 2008

Olan biten..

Bu aralar kafam çok karışık, her şey çok dağınık... Yani ne desem boş diyebileceğim bir dönem geçiriyorum. En iyisi dedim yazayım.

Tam olarak şu anda neler yapıyorum? Üzerimde ne var?

Evet, bu bile acaip inanmayacaksınız. Az önce hindili sandviç yerken fark ettim, sandviçi yanlış etiketlemişler. Domuz etliymiş... Hayır tadı çok yabancı, sevmiyorum hiç. Böylece geceye 1-0 yenik başlamış olduk zaten. (Yazınca çok da acaip gelmedi bu, normal galiba.)

Sonra memleketimden, yani memleketimden derken neredeyse taa köyümden mektup geldi. Zarfından tanıdık bir hava vardı zaten. Saman kağıdı görmeyeli uzun zaman olmuştu :). Saman kağıdı katlayıp, bantla kapatmak suretiyle zarfa çevirip yanlış adrese göndererek bana ulaştırmışlar. Bunu son göreli uzun zaman olmuyor mesela, ilk defa şahit oluyorum! Burayı sizlere günün bilmecesi olarak bırakıyorum? Tahmin edin bakalım bu hangi kişi yada kurum?

Ben bir yandan bir arkadaşın (V.) yedek subay sonuçlarını takip edip, diğer bir taraftan da Kore'ce pop müziği icraa eden sanaatkarları dinliyorum. Tesadüfen bir şarkı buldum, ama çok güzel. Dinleyin yani tavsiye ediyorum. Maksat bulunsun diye, sırf hizmet maksatlı buraya bir örneğini de iliştiriyorum. Arz ederim.



Bitti mi?

Bu muydu canım kardeiim dertlerin, diyor olabilirsiniz. Cevap çok sert geliyor ama, başlamadık bile.

Nikah masasına oturuyorum..

Nikah masına oturmak üzereyim işte. Bunu da asağıya bir yere iliştiriyorum. Tek amacım, aynı yazıda kaç alakasız youtube videosu kullanılır gibi saçma bir sorunun cevabını bulmak. Yanlış anlaşılmasın.

Ama şaka maka nikah masasına oturuyorum. E. ile P.'nin nikahında hem tek şahit hem de tek davetliyim :) Bestman bile olabilirim, emin değilim... Bana da ilginç geliyor. Evlilik tarihlerini bana önce Ekim, sonra Haziran en son da haftaya Cuma diye bildirdiler. 6 gündür kendi çapımda bir şok yaşıyorum. Ben davetli olarak henüz tam hazır değilim yani! Tahmin ediyorum bu konuda daha yazi yazarim. (Yeni taktiğim bu, arkası yarın atıyorum yazılarıma!) Bu firsatla buradan da kendilerine mutluluklar diliyorum. Nikah şekerlerinden birer tane alalım lütfen.

E. benim için artık eski bir tanıdık der herhalde bilemiyorum. Dedim ya kafam karışık. Hiçbir şeyden kolay emin olamıyorum..



Aradan uzun zaman geçti tabi, baska da bir ton sey oldu hatırlamak bile güç. Mesela Şubat ortasinda bir yerde Çin yeni yılı oldu, bana kırmızı zarf içerisinde bozuk para verdiler. Ne olduğunu anlamam epey vakit aldi. Her milletin acaip adetleri var bu dünyada. Bugün SF'dan olimpik meşale geçecekti ama hediye peşinden koşturdum ben gitmeye fırsat olmadı.

Sevindiğim başka bir haber ise, V., H.'ye yüzügü verdi. Her ne kadar beklenen bir haber olsa da benim için, çok sevindim yine de. (En düşük cümleyi az önce kurdum, galiba :p) Umarım düğünlerinde de orada olabilirim. Onları da tekrar tebrik ediyorum. Hatta annem de tebrik ediyor. Etti yani, ama ben söylemeyi unuttum galiba.

Buraya yazmayı özlemişim gerçekten, uzun zaman aradan sonra bu yazıyı okumak için tekrar bana zaman ayırdığınız için tesekkürler. Son söz olarak O.'ya seslenmek istiyorum. Kolay şifre seçmeyelim, seçenleri uyaralım. Hepimizin başı yanıyor sonunda. Hack'e tamam, yola devam. ... İyi adam lafının üstüne gelirmiş derler ya, yazinin tam burasin da O. beni MSN den dürttü. (Bu dürtmek yakında çok moda olacak, benden demesi. İçerden bilgi alıyorum, ya!) O da aşık olmus galiba... Evlenmekden falan bahsediyor. Ben gerekirse nikah şahidin olurun dedim. Bu konuda kariyer düşünüyorum. Aslında basit. Kimsenin ayağına basma, çiçeği kapmak için atlama. Bence özeti bu.

Son, son söz olarak çok dedikoducu hissettim kendimi. Umarım kimseyi kırmamış, kimseyi rahatsız etmemişimdir. Ayrıca teker teker evlenin lan!

Hoşçakalın..

PS: Son darbe olarak, blogger yazıdaki tüm Türkçe karakterleri aksansız karşılıkları ile değiştirdi. Yazıyı Türkçe olmayan bir klavyeden yazıyorum. Ne desem boş, elimden geldiğince düzelttim ama, bu da blogger için gelsin :



PPS: Bu yazı bitmeyecek galiba, ama hayatım sitcom. Bunu da yazıyorum. Yok yazmıyorum. Internette rastgele forumdan bulduğu telefon numarasıyle kim Dubai'i niye aradı yazmıyorum. Sonraki bölümlere artık!

Nerede Kalmıştık?

Uzun bir süredir hem yazmıyordum hem yazamıyordum. Bu sefer en uzun soluklu teknik aksaklığımızı yaşadık, toparlaması bile zaman aldı. Ondan öncede kendi tembelliğim dolayısıyla bir süre yazmadım.
Son zamanlarda, artık yaz talepleri daha sık gelmeye başladı. Ben de özür diliyorum ve kaldığım yerden devam ediyorum.
Sağlıcakla kalın..

Çarşamba, Ocak 30, 2008

Ir77's Labs - 4

En son yeniliklerin üzerinden bir hafta bile geçmeden yeni özellikler ile karşınızdayım. Eğlenmeye başladım galiba yoksa uğraşılacak iş değil. Yorum yapan okuyucu da bulmayı becerirsem tam süper olacak!

Güncellemeler:

  1. Email ile Üye Olma : Artık bu bloga email adresiniz ile üye olabilirsiniz. Yandaki formu doldurmanız bu iş için yeterli. Üye olursanız tüm yeni yazılar direk emailinize gelecek. Bu siteye sadece yorum yapmak için uğramanız gerekecek :p (hüsnükuruntu oldu di mi şimdi bu?)
  2. Yazıları Email ile Gönderebilme : Her yazının altında küçük bir zarf işareti var. Onu kullanarak beğendiğiniz yazıları arkadaşlarınıza gönderebilirsiniz. Ya da beğenmediğiniz yazıları gönderebilirsiniz. Ama bunun kime nasıl bir faydası olur bilemiyorum.
  3. Son Yorumlar : Yazılara yapılan son yorumları sağda bir liste halinde görebilirsiniz. Ama burada küçük bir sorun var. Sadece ana sayfada olan yazılara yapılan son yorumlar gösteriliyor. Yani eğer birisi gidip eski bir yazıya yorum yaparsa maalesef onu burada göremiyorsunuz. Bu liste ile size sayfamda aktif olmak için bir şans veriyorum :p. (Bu listede aktif olan Margaret Hala'ya piyangodan büyük ikramiye çıktı. Listeyle ilgilenmeyen Joe Amca ise sürekli beşde kalıyor...)
  4. SmartFeed : Yeniden düzenlenen RSS/Üyelik kısmına bir de SmartFeed linki ekledim. RSS okuyunuz ne olursa olsun bu bağlantıyı kullanarak üye olabilirsiniz.
  5. Ayrıca bir kaç ufak düzenleme yaptım. Fark edebileceğiniz sanmıyorum ama merak edenler için SnapShot önizlemelerini gereksiz olan bazı bağlantılar için kapattım.

Anlayacağınız büyükşehir çalışıyor...

Hoşçakalın ama yorum yazanlar daha da hoş kalsınlar...

Salı, Ocak 29, 2008

Doğa güzel...

Yakın zamandaki bir yazımda havaların soğukluğundan şikayet etmiştim. Yok ısınmadı, hala soğuk. Soğuk derken sıfırın altını görmüyoruz pek. Ankara'lı biri için oldukça ılıman bir kış...

Bu sefer de soğuktan şikayet edecek değilim. Bir kere yeter onun için. Bugün yolda giderken karşıdaki tepelerin üstünde kar gördüm mutlu oldum; konumuz bu :p. Aklıma Elmadağ geldi hatta. Ama pek alakası yok, böyle tek tük yüksekçe tepelerde biraz bir şey var. Elmadağ'da şimdi epey kar vardır tahminim. Zaten az, o da yakında erir gider gibi geliyor bana. Olsun, yine de güzel karı görmek uzaktan da olsa.

İşin aslı belki de karı böyle uzaktan görmek en iyisidir. Yerden üç hafta kalkmayan, buza dönüşen, adam düşüren hali her zaman o kadar da eğlenceli olmayabiliyor. (Tecrübe!..)

Bonus bilgi olarak, haftasonu'da okyanus kenarına gittim. Akşam üzeriydi ve kumsalda ancak mont ile dolaşmak mümkündü. Dalgaların yüksekliği ne kadardı bilmiyorum ama gerçekten muhteşemdiler, özellikle çıkarttıkları ses.. Huzur vericiydi diyebilirim. Bizden önce birileri ateş yakmıştı. Ateşin başına iki dakka oturup dalgaları dinlemek bile iyi geliyor insana. Fark ettiyseniz oturmuş pastoral yazılar yazıyorum, artık ne kadar hoşuma gittiğini buradan anlayın. (Resmen, bin atlı olmayan bir akında çocuklar gibi şendim!)

Özetle, doğa güzel bir şey ama soğuk değil! Bu sonuca da benden başkası kolay kolay varamazdı (:

Hoşçakalın..

Cumartesi, Ocak 26, 2008

Seni sevmediğim yalan!


Sen varsan her şey tamam sen yoksan her şey eksik. Hatta ve hatta varlığında yokluğunda yetmiyor...

Son zamanlarda email gelmez oldu. Önemli önemsiz tek bir mail bile olmuyor bazen. Bazen öyle oluyor ki bir gün boyunca hiç spam mail bile gelmiyor. Sabah inbox'ıma baktığımda sıfır mail bulmak çok acaip bir duygu. Alışmamışım, dünya ile bağlantım kopmuş gibi hissediyorum.

Biliyorum pek şikayet edilecek bir şey değil ama garip hissediyorum sadece. Biraz da nedenlerini merak ediyorum. Bunun sebeplerinden bir tanesi IM programları bence. Söyleceğin bir şey varsa msn'den yazıp gönderiyorsun. Tak diye cevabı geliyor, beklemek yok. Social networking sitelerinin de etkisi var. Biraz daha günlük, hayatın akışı içerisindeki kısa sorular için facebook emailden daha iyi bir alternatif olabiliyor.

Sonra, internet siteleri kullancılarına biraz daha saygılı olmaya başladılar. Artık her önüne gelen sürekli email göndermiyor. Bir dönem hem email gönderip hem de altına "bu spam değil tanıtım içerikli bir maildir lütfen arkadaşlarınıza gönderiniz" diyebilecek kadar saçmalayabiliyorlardı. Böyle siteler hala var ama artık herkesin de böyle siteler için ayrı bir email adresi var.

Forward mail furyası da bitti gibi bir şey. Yok, forwardcılar mucizevi bir şekilde akıllanıp bu işleri bırakmadılar. Artık bu tip saçmalıklar da social networking sitelerinden gelmeye başladı. Spam mail filtreleri de iki sene öncesine kıyasla oldukça işlevseller. Hiç tanımadığım insanlar da bana ölmeden önce milyon dolarlarını -hayır işlerinde kullanmam şartıyla- bırakma fikrinden vazgeçtiler sanırım..

Böyle giderse email normal posta gibi bir şey olacak galiba. Günde bir kere kontrol etmek yetecek. Ama bununla birlikte daha güvenilir ve daha önemli bilgilerin taşındığı bir kanal olacak. (Gerçek posta kutuma daha fazla spam geliyor bu aralar o da ayrı bir mesele...)

Son olarak, son dönemde artan yorumlar için tekrar teşekkürler. Hoşçakalın..

PS: Email üzerine gereksiz fikirlerimi dinlemiş okuyucularıma ödül olarak bir ipucu vereyim. Gerçi ben yeni keşfettim ama belki siz önceden biliyorsunuzdur. Eğer gmail kullanıyorsanız ve emailinize güvenli olarak erişmek istiyorsanız gmail'in normal adresi yerine https://mail.google.com/ 'u kullanabilirsiniz. Buradaki önemli fark, http'den sonra gelen s. Kendisi secure'un s'si. Özellikle size ait olmayan bilgisayarlardan ve wireless networklerden gmailinizi kontrol ediyorsanız eğer paranoyanızı bir miktar azaltabilir.

Perşembe, Ocak 24, 2008

Ir77's Labs - 3

Bu sefer ki çok büyük bir gelişme değil aslında ama yine de duyurayım. Siz okuyucularım için hizmette sınır tanımadığımı bilmenizi isterim. Özellikle bu aralar okunma oranları ve gelen yorumlar oldukça teşvik edici, yani her şey sizler için...

Yeni olarak:

  • Etiketler kısmı yenilendi. Artık her etiketin yanında parantez içinde o etiketi taşıyan kaç yazı olduğu gösteriliyor. Şu anda yok ama bir sonraki aşama olarak o etiketi taşıyan en son yazının ne zaman eklendiğini göstermek istiyorum. Mesela etiketin üzerine fare imleci ile gelindiğinde küçük bir balon olarak çıkabilir.

Bu sefer tek bir değişiklik var ama kullanışlı olacağını umuyorum. Aslında, biliyorum sitenin bu özelliklerini kimse kullanmıyor ama en azından ben kendimi tatmin ediyorum :p

Son bir not olarak, etiketler ile ilgili küçük bir değişiklik daha yaptım. Sayfaların açılmasını biraz hızlandırmak adına etiket listesi sürekli güncellenmiyor. Sayfa içeriği ile etiketler arasında en fazla 1 saatlik bir fark olabilir ama bunun büyük bir sorun olacağını sanmıyorum. Olur da bir problemle karşılaşırsanız bana iletebilirsiniz.

Sanırım yeterince sıkıcı bir yazı oldu çoğunuz için, bu sebepten şimdilik yeter. Hoşçakalın...

Salı, Ocak 22, 2008

Film İzledim: Uçurtma Avcısı

H. uzun zamandır kitabını okumam için ısrar ediyordu. Çok güzel çok güzel diye bir kaç kere önüme ittirdi ama pek oralı olmadım ben. Sıradan bir arkadaşlık hikayesi bekliyordum işin açıkcası... Yine de oldukça merak ediyordum ve filmi gelince bu merakımı en çabuk yoldan tatmin ettim.

Film (The Kite Runner - Uçurtma Avcısı) bence güzel. İkinci yarısı sürükleyici ama ilk yarısı yer yer çok yavaş. İlk yarıda da durumu görüntüler kapatıyor. Bizim için ayrı bir tad var filmde o da Farsça. Ne kadar çok kelime almışız, ilginç gerçekten. Bir ara tercümesiz anlayabileceğim sandım filmi. Teşekkür, aferin benim dikkatimi çeken iki tanesi. Ama daha çok var. ..

Görüntü güzelliği açısından da oldukça güzel sahneler var. Viran Afgan sokaklarında Mustang görmek kolay bir şey olmasa gerek... Pazar yerlerinin görüldüğü sahnelerde hoş. Filmin çekildiği yerlere yakın yaşıyor olmak, benim için apayrı bir tad oldu. Sanırım sırf bu sebepten Golden Gate manzaralı final sahnesi de güzeldi diyebilirim.

Filmin rahatsızı edici bir yönü var ama anladığım kadarıyla kitapta da böyle bir etki söz konusu. Film çıkışında kitabı okuyan bir kaç kişinin konuşmasına şahit oldum. Dediklerine göre filmde kitapta olan pek çok bölüm yokmuş ama yine de konu bütünlüğü olabildiğince yerindeymiş. Buna rağmen iki küsür saat sürüyor ki benim normlarıma göre gereğinden fazla uzun.

Tavsiye ediyorum anlayacağınız, fırsatınız olursa eğer görülmeye değer.

Pazar, Ocak 20, 2008

Brokoli Salatası

Evet, ilk defa karşınıza yemek tarifi ile geliyorum. Neden diyecek olursanız... Yaptığım bütün yemeklerin tarifini oradan buradan bloglardan buluyorum ve benim de bir katkım olsun istedim. Hem zaten okuyucu kitlem diye bir şey söz konusu olmadığından bu yazı ile kimseyi kaçırabileceğimi sanmıyorum.

Malzemeler:
  1. Brokoli
  2. Diğer normal salata malzemeleri

:) İçerikten anlayabileceğiniz üzere karmaşık bir tarif vermem mümkün değil. Yani korkuya mahal yok...

Ne yapıyoruz?

  1. Brokoliyi yıkayıp, orta boy parçalara ayırıp haşlıyoruz. Ben bir tencereye koyuyorum bunları, ağzına kadar su doldurup kaynamaya bırakıyorum. Rengi parlak yeşil olana kadar bekliyorum. Bu da yaklaşık olarak kaynamaya başladıktan 5-10 dk. sonrası oluyor.
  2. Ayrı bir tabakta bildiğiniz salatayı hazırlıyoruz. Benim favorim orta irilikte doğranmış domates ve soğan. Üzerine brokolileri ekliyoruz. Tabi suyu ile değil. Çok az suyundan da eklenebilir ama fazla değil. (Evet, vitamini gidiyor galiba!) Sonra haliyle zenytinyağı, limon, tuz ve isteğe bağlı olarak kırmızı biber...

Bitti. Yani hazır yiyebilirsiniz. Hem güzel hem hafif, oldukça da doyurucu.

Olur da yemek yapmak zorunda kalırsanız ve eskaza bu sayfaya geldiyseniz. Asıl yapmanız gereken şu: Google'dan aratmak. Sadece yemek tarifi yayınlayan çok güzel bloglar var ayrıca resimli falan da oluyorlar. Sanırım biraz da cesaret gerekebilir :)

Afiyet olsun.

PS: Bu aralar oldukça fazla yorum geliyor. Teşekkürler!

Perşembe, Ocak 10, 2008

Hava soğuk...

Daha nasil anlatayim bilemiyorum. Ankara'nin sogugu kadar degil ama soguk iste. Sabahlari disari çikinca suratim acimiyor ya da ne bileyim yerler buz degil ama yataktan çikmak istememi engelleyecek kadar soguk.

Üstelik sicak olmasi gereken bir cografyadayiz. Hiç bir seye soguga göre tasarlanmamis ki... Evi klimayla isitmaya çalisiyorduk baktik olmadi elektrik sobasina geçtik. Elektrik sobasi dediginin elektrik kismini bosver kaldi sana soba. Koyuyorsun bir odaya, kapatiyorsun kapiyi... Evin geri kalanina girmekle kuzey kutbuna gitmek arasinda pek bir fark kalmiyor. (Soba kismini at diyecek olan olur diye de pesinen söyleyeyim, o zaman da elektrik kaliyor. Bu alet çalisirken baska bir sey çalistir çaat... Ne oldu? Sigorta atti. !!!***)

Ben de battaniyenin altina girip televizyon izlemeye basladim aksamlari. Yiyecek, içecek ivir zivir ne varsa aliyorum onlari da yanima. Uzun zamandir böyle düzenli televizyon izlemiyordum, görev bilinciyle her aksam 1 saat izliyorum. Güzel diziler oluyor. Hem de böyle 20-25 dakikalik seyler, adami yormuyolar. (90 dk. dizi mi olur be, film olur o. Gider sinemada izlersin.) Ayrica battaniyenin alti ne güzel abi, sicacik...

Maksat yazilar da kopukluk olmasin diye yapmadigim seyi yaptim günlük olaylar raporuna girdim. Ben ajans olmadigima göre niye böyle bir sey yaptigimi açiklamak güç. Ama olur da açiklama getirmek isterseniz hemen kisa bir yorum yazabilirsiniz :p

Iyi aksamlar efendim..

Perşembe, Ocak 03, 2008

2008

Öncelikle hepinizin yeni yılı kutlu olsun. Herkese sağlık ve mutluluklar dilerim. Gönlünüzce bir yıl geçirmeniz dileğiyle...

Fırsattan istifade, bu sayfayı okuduğunuz için teşekkür de etmek istiyorum. İster tesadüfen gelip sadece tek bir yazı okumuş olun ister sitenin en az güncellendiği günlerde bile düzenli aralıklarla gelip gidenlerden olun. Yorum yapanlara ayrıca teşekkürler.

My 2008 Resolution

Bu yazıda 2008 ile ilgili her şeyi kapsamaya kararlıyım. Başlık ağır çalıntı durdu ama bu zımbırtının da tam bir Türkçe karşılığını bulamadım. 2008'de yapmaya niyetli olduklarım gibi bir şey. Aynı şeyi çok isteksizce 2007 için de yazmıştım ve neredeyse yüzde yüz başarı oranına ulaştım. Bu sene daha inançlı bir şekilde yapıyorum yani. Burada anahtar nokta çok abartmamak galiba. Benim bu seneki listem şu şekilde:
  • Hayatıma sporu daha aktif bir şekilde sokmak. 2007'de bu yönde az da olsa adımlar attım ama bu seferki hedefim düzenli spor yapan biri olmak.
  • Sıcak denizlere inmek. Şaka maka 2008 bitmeden sıcak kabul edilebilir bir denizde yüzmek istiyorum.
  • Erteleme huyunu ertelemek. Hayatımda ıvır zıvır, büyük küçük her şeyi ertelediğimi fark ettim. Bu bezginlik halinden sıyrılıp daha dinamik bir yapıya bürünmek amacım. Gene yabancılardan alıntılayacak olursak procrastinationa da sinamekiliğe de son ulan.
  • Son olarak boş zamanlarımı düzenli dolduracak bir aktivite bulmak. Yemek okulu bile olur yani sadece çok fazla bilgisayara bakmalı bir şey olmasın yeter.

2007'de Neler oldu, Neler yaşandı?

Çok hızlı geçti diyemeyeceğim yıllardan oldu. Başı bir türlü, ortası bir türlü, sonu bambaşka bir türlü geçti. Özünde benim açımdan olumlu bir yıl oldu. Binbür türlü değişiklik oldu hayatımda ki hala yaşıyor olmam iyiye işaret.

Hayatı sitcom tadında yaşadığıma delalet getirdim 2007'de. İlk gününde son gününe kadar fantastik olaylar, fantastik insanlarla doluydu. Tahminim bunun filmi de çekilir.

Hayat da küçük değişikliklerin çok önemli olduğunu öğrendim ayrıca. Böyle uzun süre bekleyip büyük değişiklikler yapmaktansa her gün küçük bir şeyi değiştirip aynı zamanda elindekini korumak çok önemli. Özetle evi temiz tutalım, aldığımızı yerine koyalım. 3 ay evi kirletip sonra da 3 gün 3 gece temizlik şenlikleri yapmak hiç eğlenceli değil. Bu özet aslındaki aklımdaki şeyle alakasız oldu ama bence özünde o da önemli bir mesaj veriyor...

Schopenhauer'in bir kaç denemesini okuyup adamın ne kadar ilginç tespitleri olduğunua şaşırdım. Adamın manyak olduğuna da karar verdim o ayrı. Bu dengesizliği, tutarsızlığı sevmek aslında benim bünyede doğuştan mı var nedir acaip zevk veriyor. Ama bu son kısmının 2007 ile alakası yok, ben buna uzun zamandır inanıyorum.

2008'de Neler Olacak?

İnanır mısın, bilmek istemem. Zaten bilemem de. Hem bilsem çok sıkıcı olurdu eminim. Direk 2009'a atlamak falan isterdim. Güzel şeyler olacak bence ama dediğim gibi bilemiyorum... Çok merak ediyorsanız ama gazete okuyor bence. Bu aralar tam falcı mevsimi olsa gerek.

Yalnız 2008'in, daha ziyade 2000'li yılların benim için biraz hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim. 95 civarında 2000 yılı benim için çok uzak görünürdü. Çok uzun zaman vardı daha gelmesine. Yıl 2008 oldu, oldukça yaşlandık, ne uçan arabalar var piyasada ne de alüminyum renkli üniformalar giyiyoruz. Kandırıldık bence, paramızı geri mi istesek?!!

2007'nin En'leri nelerdi peki?

2007'nin en sevdiğim kişisi kendim oldum yine. Son bilmem kaç yıldır hatta kendimi bildim bileli bu böyle. İzlediğim en sıcak film müzikleriyle Beynelmilel oldu (ben bu sene izledim en azından), en eğlendiğim film Simpsonlar, en içimi bayıltan ise Golden Compass (Altın Pusula ??) oldu.

En çok dinlediğim şarkı Yarabbi Şükür (Göksel) olsa gerek. Arabada dinliyorum çünkü, ister istemez daha sık olmuş oluyor.

Beni en derinden etkileyen spor olayı ise Galatasaray'ın UEFA grubundan çıkması oldu. Yani, sevindim nihayetinde ama nasıl oldu hala anlamış değilim.

Yeni yıla nasıl girdin?

Otomobil vasıtasıyla girdim... Trafiğin tıkanması ve bilimum değişik şeyler sebebiyle beş altı saat kadar arabada vakit geçirdim. Saat 12'de de bir otoparkta idim. Şaka falan değil, gerçek. Ama otopark çok katlıydı ve en üst katında çok güzel havai fişek manzarası vardı! :p Hayatımın sitcom tadında olduğunu söylemiştim sanırım...

Bonus

Son olarak televizyoncu tabiri ile bir VTR'miz var. Buraya kadar okumuş herkese yeni yıl hediyesi olarak, sevgiler...