Cumartesi, Şubat 18, 2006

Satır Arası Çığlıkları

İnsanlar zekalarına göre ikiye ayrılır. Ne kadar zeki olduğunun bilincinde olanlar ve kendini olduklarından daha zeki zannedenler. Bu ikinci gruba girenler, kalan insanlar için en iyi gruptur. Hem bizi -içten içe- güldürürler, hem de gizleyemedikleri art niyetleri ile arkamızdan iş çeviremezler.

Çok kindar bir başlangıç oldu galiba ama bir o kadar da manidar. Bütün her şeyin özeti bu zaten.

Satır aralarını okuyorum...

İnsanların hamurunun iyi olduğuna inancım pek yok, başlangıçtan beri pek yoktu zaten. Böyle olunca insanlara güvenmek konusunda sorunlar yaşamam doğal. Ama düşünüyorum de pek haksız sayılmam. Ben de veriyorum bütün dikkatimi aralara sıkışmış sözcüklere, anlamaya çalışıyorum insanları ve gerçek yüzlerini görmeye çalışıyorum onların.

(Bir de gözler var aslında, onlar içinde yalan söylemez diyorlar, ama ben onları anlamayı beceremedim henüz. Şimdilik tek tük sözcüklerden anlam çıkarmaya çalışıyorum.)

Beni bilen bilir, etrafımdaki olur olmaz, alakalı alakasız diyalogları dinlemeye meyilliyimdir. Merak ettiğim genellikle konuştuklarından çok, nasıl konuştukları gerçekte ne demek istedikleri olur genelde. Üçüncü bir şahış, tanımadığı iki kişinin diyaloğunda her ikisinin de yakalayamadıkları ayrıntıları yakalayabilir.

Satır aralarına dikkat etmek işte bu noktada önem kazanıyor. Bazıları gerçek düşüncelerini, seslerini titretmeden güzel kelimelerin ve yalanların arasına saklayabilirler. Ama ağızdan çıkan tek bir kelime, tek bir vurgu herşeyi gözler önüne serebilir. Karşındakine gerçekte ne kadar saygı duyuyorsun, karşındaki gerçekte senin için kim...

Bütün bu sorular cevaplanabilir.

Şeytan ayrıntıda gizlidir...

Gerçi mükemmellikte ayrıntıda gizlidir. Belki mükemmeliğe giden yol şeytan'ın yoludur, kim bilir? Şaka bir yana, insanların başarılı oldukça yalnızlaşması boşuna değildir. Bunun temel olarak iki sebebi olabilir. Birincisi bu insanlar o kadar karanlık tarafa kaymışlardır ki, insanların ne kadar karanlık olabileceğini bilirler. Böyle düşünen birinin etrafında başka insanlara tahammül etmesi güçtür. İkincisi, karanlık güçlerini geliştirirken, arkadaşlıklarını harcamışlardır. (Daha komik olan bu insanların kendilerini avutmak için "zirvedikiler yalnız olur" vb. kendi ortaya attıkları şeylere sığınmalarıdır.)

Bu insanları tanımak kolaydır. Başkalarının hakkındaki fikirlerini öğrenin. Eğer üçüncü şahısların allengirli, karmaşık planlarından, kendi kuyusunu kazma projelerinden bahsediyorlarsa, başka insanları hüzünlerinden zevk alıp, mutluluklarını kıskanıyorlarsa...Dikkatli olun derim. Bunları direk sözlere dökmelerini de beklemeyin, karşınızdaki insanın duygularını okumaya çabalayın. (Mealen saf olmayın, sizin hakkınızda nasıl düşündüklerini zannediyorsunuz ki?)

Zekiyse(!) korkmanıza gerek yok

Karşınızda diğer insanlardan daha zeki olduğunu düşünen biri varsa size kötülüğü dokunamaz. Biraz dikkatliyseniz eğer, sürekli kendini ele verir. Canınızı sıkmanıza da gerek yok, onun bu dünyadaki cezası da bu olsa gerek...

Ben de mi onlardanım acaba?

Bütün bu garabetin ortasında beni tek üzen şey bu insanları gördükçe benim de kendi karanlık tarafımı keşfetmem. İnsanın yavaş yavaş saflığını kaybetmesi bu olsa gerek. Benim de sütten çıkmış ak kaşık olmadığım kesin, ama neden böyle veya niye böyle bilemiyorum. Üzülüyorum sadece.

Daha da garip olanı, daha saf ve temiz olması gereken insanların çok daha hızlı kayması karşı tarafa. Özdemir Asaf'ın ünlü dizeleri aklıma geliveriyor
Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler


Benim gibi saflıktan, temizlikten bahsedenlere de kanmamak lazım. Gerçekten duygularımızı kullanmamız lazım. Hatta şöyle düşünüyorum:

Hep gerçekçilikten bahsediyoruz, ve aklın duygulara üstünlüğünden. Oysa duygular da varlığımız bir parçası olduğuna göre onlar da gerçekliğin ta kendisidir. Gerçekçi olmak aslında duyguları kullanmayı şart koşar, şart!

Saflık falan bu dünyada büyük yalan. Ya uyum sağlayıp yaşayacaksın bu kadar şeyin arasında, ya da yoklup gideceksin. Arası gerçekten zor.

Ne garip değil mi, pek çok hakiki arkadaşımın çocukluk arkadaşım olması. En saf dönemimde tanıştığım, birbirimize dişimizi hiç göstermediğimiz insanlar topluluğu. Bu öyle bir şey ki, aramızda yazılı olmayan bir antlaşma gibi. Bu dünyada yaşamanın gereği olarak dünyaya karşı çirkefleşsek bile birbirimize karşı hala içteniz. Bu insanlara ne kadar büyük bir teşekkür borçlu olduğumu biliyorum. (Aslında çok şanslı olduğumu da biliyorum, daha çocuk denecek yaşta bizleri bir sınıfa tıkanlara minnettarım :) )

Hoşçakalın, sağlıcakla kalın.

Aslında yazı bitti, ama maç sonu yorumlarıyla devam etmek isteyenler için küçük notlarımız var...

PS:Bu yazı bir kişi, kurum, nesne yada benzeri bir şeyi hedef alıp yazılmamıştır. Genel bir düşüncedir yaşamla ilgili. Fazla dağınık, okuması zor bir şey olduğununda fark ettim ama geç oldu, kusura bakmayın.

PPS: Satır araları bazen sevgiyi de ele verir. Dedim ya anlatmakta güçlük çektiğimiz şeyleri saklarız oralara. Sadece kötülük, kin ve nefret aramamak lazım sözcüklerin arasında.

PPPS: Bu yazıda yeni bir tespit yapıldığını zannediyorsanız da yanılıyorsunuz. En basit örneği için bkz. "Masum Değiliz" (Sezen Aksu).

Hiç yorum yok: