Pazartesi, Şubat 22, 2010

Yorumlar

Son bir hafta içinde pek çok kişiden mesaj aldım. Burayı güncellemenin de en büyük zevki bu, ne zamandır konuşmadığım insanlardan tekrar bir haber almak. Murat gönderdiği mesajın sonuna Macbeth'in açılışından küçük bir parça eklemiş, hoşuma gitti onu da burada yayınlıyorum.

Üçüncü kişi yine Murat'ın isteğiyle Onur. Neden bize üç cadılı kısmı seçmiş onu bilemiyorum, belki buna da başka bir yorumunda açıklık getirir.

Hoşçakalın.

When shall we three meet again
In thunder, lightning, or in rain?
When the hurlyburly's done,
When the battle's lost and won.


Maalesef düzgün bir Türkçe tercümesini Internet'de bulamadım. En olabilecek şu var onu da kim çevirmiş bilmiyorum:

(Üçümüz) Ne zaman buluşuruz bir daha
Gökgürültüsü, yıldırım veya yağmurda?
Bu velvele bittiğinde,
Savaş kaybedilip, kazanıldığında.

Pazar, Şubat 21, 2010

Bana Mesaj Gönderin


Sağ tarafa, en üste yeni küçük bir kutucuk ekledim. Bana mesaj gönderebilmeniz için. :)

Buraya kısa bir mesaj yazıp küçük ok tuşuna tıkladığınızda her nerede olursam olayım mesajınız bana ulaşacak. Yani hedef bu, olabilir de olmayabilir de. Blog'dan bana SMS gibi bir şey hem de kontör falan harcamadan.

Hala nedir bu, biz anlamadık diyenler için özenle hazırladığım kullanma kılavuzunu da buraya iliştiriyorum.

Hoşçakalın..

Ankara - 2

21 Şubat 2009'da yazıp sonra buraya koymayı unuttuğum yazının ikinci kısmı.

* 2 *

İçerisi o kadar da eğlenceli değil. Ne bir bilgisayar var doğru dürüst ne de bir wifi. Küçük de bir yer ama insanlar dağınık oturmuşlar yine de. Nasıl oyalayacağım kendimi belli değil. Dolanıyorum, rafların kitapların arasında. Oturacak uygun bir yer bulabilmek için. Tanıdık bir şeyler arıyorum belki de umutsuzca. Derken duvarda kocaman bir harita. Aslında bir Ege haritası bu. Ama okullarda görmeye alışık olduğumuz cinsten. Türkiye orada. Şairin dediği gibi aynen. Anadolu'dan Avrupa'ya bir kısrak başı gibi uzanmış. İşte burada, yine tam karşımda Ankara. Komik aslında bunu niye asmışlar ki buraya?

İlişiyorum bir köşeye, yine başlıyorum izlemeye. Gelene geçene bakıyorum. Kütüphane sessiz ama tam karşımdaki abiye yetmemiş bu. Bir de kulaklarına tıkaç tıkamış. Koca koca kırmızı şeyler. Zannedersin kapıda tabela var "İçerideki ses düzeyi kalıcı duyma bozukluklarına yol açabilir" diye...

Onun yanında bir adam, elinde bir kitap. Saçları uzun, kahverengi beyaz kırması. Elleriyle bir şeyler anlatıyor kendine sürekli. Ama nedir anlamıyorum. Sessiz okuma denen güzide tekniği tam anlayamamış vakti zamanında. İçinden bağıra bağıra okuyor kitabını. Kulağı tıkaçlı adama haksızlık mı ediyorum ne?

Soluma doğru karşımda iki çocuk. Güya ders çalışıyorlar. Yalan! Oğlanın elinde bir cep telefonu kızın fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Kız da elindeki kağıtlarlar suratını kapatıyor. Belli ki eğleniyorlar. Ama ellerinde kalın kipatlar. Suratını kapattığı kağıtlarını yarısı highlighterla yeşil yeşil işaretlenmiş. Niye sarı kullanmazlar da başka renk kullanırlar orasını da anlamam. Ben sadece sarı kullanıyorum. Bir de ara ara kırmızı. Sarı, kırmızı sevdiğim renkler, yeşil ne ola ki. Belli ki sabahın bu vakti ders çalışmaya gelmişler. Yatıp uyusaydınız daha iyiydi vallahi. Yine V.'nin dediği gibi ders çalışacağımıza yatıp uyuyalım kafamız çalışır daha iyi.

Sabahın körü kavramının ne kadar da göreceli olduğunu fark ettim bir anda. Saatin kaç oldğunu söylesem mesela ne düşünürsünüz hakkımda. Saat on bir buçuk. O kadar da erken değil aslında. Ama benim için erken. Gece insanıyım ben galiba. Benim bünye akşam dörtten gece ikiye düzgün çalışıyor onun dışında da makine hep soğuk.

Yazacak ilginç bir şey kalmadı artık, hem kitap okumak istiyorum biraz. Çocuklar da gittiler zaten. Oğlan kızın kafasına kalem fırlattı. Bu da kızın çok hoşuna gitti. Güle güle gittiler. Belki de beni dinlediler gidip uyuyacaklar. Telepatik güçlerim gitgide güçleniyor herhalde. İyi bir şey olsa gerek. Ya da insanlar gitgide garipleşiyor. Kötü bir şey olsa gerek. Ben bu iyi mi kötü mü sorununu fal bakarak çözmeye karar verdim. Normalde yazı tura atardım ama şimdi vaktim bol en iyisi fal bakayım...

Perşembe, Şubat 18, 2010

ahmetaltay.net güncellendi

ahmetaltay.net'i 2004 yılında açtım ve en son 14 Mart 2006'da güncellemişim. Internet zamanı ile düşünürseniz çok uzun zaman aslında. En basitinden youtube bile yoktu 2004'de artık oradan hesap edin.

Son bir kaç gün içerisinde ahmetaltay.net'in görüntüsünde ciddi değişiklikler yaptım. Temel amacım bütün gerçek anlamda değişken içeriği buraya yani bloga taşımak sitenin geri kalanını da basit ve bana ulaşmak isteyenlerin kolayca kullanabileceği bir hale getirmekti. Uzun zamandır kendi içeriğimi kendi sitemde tutmak için direniyordum ama artık her şeyi blogger'a taşımaya karar verdim. Bunu da dikkatli düşünürseniz acaip bir karar aslında. Yazdığım her şeyi kendime ait bir yerde saklamak yerine Google'a teslim ediyorum. Gerçi büyük olasılık uzun vadede bu daha akılcı bir durum ama yine de saçma geliyor bana. Özünde Google'a da o kadar güvenmiyorum. Yarın servisi kapatmaya kalksalar kapılarına dayanacak halim yok sonuçta.

Gidin bir bakın (ahmetaltay.net) bakalım. Hatta iyi gününüzdeyseniz benimle düşüncelerinizi bile paylaşabilirsiniz.

Sitenin bütün eski içeriği arşiv menüsü altında erişilebilir durumda. Ama ben yine de zamanında site dahilinde yazdığım yazıları parça parça buraya taşımayı planlıyorum. En azından blog kendi için bir bütün olacak benim gözümde.

Son olarak, ne kadar büyük değişiklik olduğunu göstermek için biraz da öncesi-sonrası resimleri hazırladım. Yüksek beğenilerize sunarım.


Giriş sayfası öncesi

Giriş sayfası sonrası


Hakkında sayfası öncesi

Hakkında sayfası sonrası

Çarşamba, Şubat 17, 2010

Ankara - 1

21 Şubat 2009'da yazıp sonra buraya koymayı unuttuğum yazının ilk kısmı. Nedense 20 dk aralıkla iki kısım halinde yazmışım. Orjinalini bozmadan öyle iki parça halinde yayınlıyorum ben de. Bir yıl sonra okuyunca, ne anlatmaya çalışmışım ben de pek anlayamadım öyle. Ama bir senede ne kadar çok şey olmuş onu hatırlattı bana.

* 1 *

Kütüphanenin önünde bekliyorum, hafta sonu uzak bir yerde. Açılmasına on on beş dakika bir şey var, dışarıda bir kalabalık. En son böyle yine hafta sonu, sabahın bir körü bir şeyin açılmasını beklediğimden bu yana seneler geçmiş. Bir internet kafenin önündeydik, sınıfça. Oyun oynamak için gitmiştik, o zaman bile aptalca gelmişti. O halde şimdi niye bekliyorum, bu da aptalca değil mi?

Yakında küçük bir göl var, onun etrafında yürüyüşe çıkabilirim. Ya da ne bileyim gidip bir yerde bir şeyler içebilirim. Ama yapmıyorum. İnsanlara bakmak daha eğlenceli çünkü. Hepsi türlü türlü. Sanki ben bakayım diye toplanmışlar buraya. Akvaryuma bakar gibi hissediyorum bir an kendimi ve utanıyorum yaptığımdan. Çünkü onlar balık değil insan. Ben de halka değil filim zaten. Aklıma Panora geliyor birden. Deniz akvaryumu ve V.'nin tabiriyle Nemo'suyla. Hatıralar ve Ankara ilginç şeyler. Her şey başka bir şeyi çağrıştırıyor. O başka bir şey ise hemen hemen her zaman Ankara. Kendisi olmasa bile onunla ilintili bir şey, orada olmuş, orada devam eden bir şey. Ara ara anlam kayıyor benim için. Yalnızlık hatıralar oluyor, hatıralar ise Ankara.

Balıklarıma geri dönüyorum. En az altmış yılı kapsayan bir yaş aralığı var burada. Solumda köstekli saatli amca. Kasketi, gömleği ve kahverengi Sümerbank kumaşı pantolonuyla yanımda. Haki ceketini unutuyordum az daha. Zaman tüneli gibi bir şey bu. Onun da ötesinde hatta. Zaman ve mekan tüneli, paralel evrenlerin buluşması bir de akı kapasitörü. Merdivenlerde iki genç oturuyor. Kız çok gürültücü. Nokta yerine shit kullanıyor. Telgraflardaki stop gibi bir şey olsa gerek onun için. Çok da ilgi çekici değiller benim için. Akvaryumlardaki renksiz balıklara benzetiyorum onları. Belli ki benim için gelmemişler. Varlıkları bir anda anlamlarını yitiriyor.

Tam karşımda orta yaşlı bir balık bu sefer. Takım elbiseyle gelmiş elinde bir takım evraklar. Ceketinın dirseklerinde yama var. Söküklerini bu mesafeden görebiliyorum. Saç baş dağınık ama gözler ışıl ışıl. Kendiyle gurur duyan bir hali var, acaba neden?

Kapı açılıyor bu arada. Bir anda bir haralagürele. Balıklar insan oluyorlar tekrar. Bir itiş kakış. Bende iterim ne var. Ben alışığım bu tarz işlere. Bizde de Metro var Ankararay var. Bek yine geldin aklıma. Ne güzel şehirdin sen Ankara..

Salı, Şubat 16, 2010

Yeni Hayat

Yanlış anlaşılmasın, benim için değil bu sayfalar için yeni bir hayat.

Teknik sorunlardan dolayı blogumu taşımak zorunda kaldım. Merak edenler için blogger'ın ilgili duyurusu. Özünde bu olay büyük bir şirketin uzun zaman önce başlattığı bir servisi tedavülden kaldırıp kullanıcılarını mağdur etmesi durumu. Daha önce Geocities'in aynı şeyi bana iki kere yapmışlığı var. Oradan biraz aşinalığım var aslında.

Her musibetde bir hayır vardır diyerek ben de blogu yeni yerine taşıdım. Mümkün olduğunca eski halini korumaya özen göstererek yaptım bu işi. Eğer her şeyi doğru yapabildiysem sizin hiçbir değişiklik yapmanıza yada yeni bir adresi öğrenmenize gerek yok.

Kısaca değişiklikler:
  • Blog'un yeni adresi blog.ahmetaltay.net ama eski adresi www.ahmetaltay.net/blog hala geçerli.
  • Uzun zaman önce aldığım fakat kullanmadığım bir domaini de artık kullanıyorum: www.ahmetaltay.info. Bu adres ile .net adresi birebir aynı içeriğe sahip.
  • Sayfalar artık blogger tarafından sunuluyor. Bu ne demek? A. Google sizin zaten takip ediyordu artık daha fazla takip edebilecek. B. Olur da blogger'a Türkiye'den erişim engellenirse maalesef bu blog da engellenmiş olacak. C. Yukarıdakilerin hepsi.
  • Teknik yeteneksizliğimden dolayı blog'a önceden bir şekilde post etmiş olduğum resimler yeni blog'a taşınmadılar. Şimdiye kadar çok fazla resim koyduğumu hatırlamıyorum. Ama yine de böyle eksik bir resim görürseniz ve illa erişmek isterseniz eski blogun son haline arşiv adresinden www.ahmetaltay.net/archive/blog ulaşabilirsiniz.
  • Genel olarak blog, lüzumsuz olduğunu düşündüğüm eklentilerden temizlendi. Böylece daha ilginç şeylere de yer açılmış oldu. Özellikle sağ taraftaki son yorumlar ve özetleri kısmı hoş bir eklenti oldu.
Bu işleri yaparken bilgisayarımda bir sene kadar önce yazmış olduğum iki parça halinde bir yazı buldum. Unutmuşum onu post etmeyi, onu da en kısa zamanda buraya koyacağım. Yeni bloga geçişin şerefine.

Yeni blogda fark etmediğim aksaklıklar olabilir. Olur da böyle bir şey dikkatinizi çekerse bana haber verebilirseniz sevinirim.

Son olarak, senelerdir kendisinden bedava hizmet aldığım ve her türlü teknik sorunumda bana dünyanın öte başından yardım eden Onur'a buradan teşekkür etmek istiyorum.

Sağlıcakla kalın..