Pazar, Şubat 21, 2010

Ankara - 2

21 Şubat 2009'da yazıp sonra buraya koymayı unuttuğum yazının ikinci kısmı.

* 2 *

İçerisi o kadar da eğlenceli değil. Ne bir bilgisayar var doğru dürüst ne de bir wifi. Küçük de bir yer ama insanlar dağınık oturmuşlar yine de. Nasıl oyalayacağım kendimi belli değil. Dolanıyorum, rafların kitapların arasında. Oturacak uygun bir yer bulabilmek için. Tanıdık bir şeyler arıyorum belki de umutsuzca. Derken duvarda kocaman bir harita. Aslında bir Ege haritası bu. Ama okullarda görmeye alışık olduğumuz cinsten. Türkiye orada. Şairin dediği gibi aynen. Anadolu'dan Avrupa'ya bir kısrak başı gibi uzanmış. İşte burada, yine tam karşımda Ankara. Komik aslında bunu niye asmışlar ki buraya?

İlişiyorum bir köşeye, yine başlıyorum izlemeye. Gelene geçene bakıyorum. Kütüphane sessiz ama tam karşımdaki abiye yetmemiş bu. Bir de kulaklarına tıkaç tıkamış. Koca koca kırmızı şeyler. Zannedersin kapıda tabela var "İçerideki ses düzeyi kalıcı duyma bozukluklarına yol açabilir" diye...

Onun yanında bir adam, elinde bir kitap. Saçları uzun, kahverengi beyaz kırması. Elleriyle bir şeyler anlatıyor kendine sürekli. Ama nedir anlamıyorum. Sessiz okuma denen güzide tekniği tam anlayamamış vakti zamanında. İçinden bağıra bağıra okuyor kitabını. Kulağı tıkaçlı adama haksızlık mı ediyorum ne?

Soluma doğru karşımda iki çocuk. Güya ders çalışıyorlar. Yalan! Oğlanın elinde bir cep telefonu kızın fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Kız da elindeki kağıtlarlar suratını kapatıyor. Belli ki eğleniyorlar. Ama ellerinde kalın kipatlar. Suratını kapattığı kağıtlarını yarısı highlighterla yeşil yeşil işaretlenmiş. Niye sarı kullanmazlar da başka renk kullanırlar orasını da anlamam. Ben sadece sarı kullanıyorum. Bir de ara ara kırmızı. Sarı, kırmızı sevdiğim renkler, yeşil ne ola ki. Belli ki sabahın bu vakti ders çalışmaya gelmişler. Yatıp uyusaydınız daha iyiydi vallahi. Yine V.'nin dediği gibi ders çalışacağımıza yatıp uyuyalım kafamız çalışır daha iyi.

Sabahın körü kavramının ne kadar da göreceli olduğunu fark ettim bir anda. Saatin kaç oldğunu söylesem mesela ne düşünürsünüz hakkımda. Saat on bir buçuk. O kadar da erken değil aslında. Ama benim için erken. Gece insanıyım ben galiba. Benim bünye akşam dörtten gece ikiye düzgün çalışıyor onun dışında da makine hep soğuk.

Yazacak ilginç bir şey kalmadı artık, hem kitap okumak istiyorum biraz. Çocuklar da gittiler zaten. Oğlan kızın kafasına kalem fırlattı. Bu da kızın çok hoşuna gitti. Güle güle gittiler. Belki de beni dinlediler gidip uyuyacaklar. Telepatik güçlerim gitgide güçleniyor herhalde. İyi bir şey olsa gerek. Ya da insanlar gitgide garipleşiyor. Kötü bir şey olsa gerek. Ben bu iyi mi kötü mü sorununu fal bakarak çözmeye karar verdim. Normalde yazı tura atardım ama şimdi vaktim bol en iyisi fal bakayım...

Hiç yorum yok: